Risk ateş gibidir…

 Kapıdan içeri adım attığımızda bizi, şirketin finansmanın­dan sorumlu üst düzey yöneticisi karşılıyor. Kı­sa bir sohbetin ardından konu, ekonomide yaşa­nan gelişmelere geliyor.

2017 yılında, ekonomide büyük dengesizlikler he­nüz tam anlamıyla görü­nür hale gelmemişken, detaylarda gizlenen risklerin sinyalleri orta­ya çıkmaya başlamıştı. O dönem­de her müşteri ziyaretimde sor­duğum klasik soruyu yönelttim:

“Yabancı para pozisyonunuz var mı? Varsa nasıl yönetiyorsunuz?”

Aldığım cevaplar çoğu zaman beni endişeye sürüklüyordu. Çün­kü her ziyaretten önce, şirketin bankayla olan finansal verilerini detaylıca inceliyor ve yöneticiler­le o bilgiler doğrultusunda konu­şuyordum. Ancak ne kur ne de faiz riskinin önemi konusunda farkın­dalığı olan bir yönetim anlayışıy­la karşılaşıyordum. Bu şirkette de durum farklı değildi.

Şirket, uzun vadeli döviz cinsi borçlanmış ancak gelirleri Türk lirasıydı. “Neden dövizle borçlanı­yorsunuz?” diye sorduğumda, her zaman duyduğum yanıtı aldım:

“Ucuz.”

“En son ne zaman, hangi vadede borçlandınız?” diye devam ettim.

“İki yıl önce, yedi yıllık bir kre­di aldık.”

“Hangi para birimi?”

“Dolar.”

“Avro daha ucuz, neden Avro değil?”

“Doları daha iyi biliyoruz, taki­bi daha kolay.”

Bu noktada dayanamayıp tek­rar sordum: “Tam olarak neyi ta­kip ediyorsunuz?”

“Doların günlük hareketlerini izliyoruz, nereye çıkıyor, nereye iniyor, ona bakıyoruz.”

“Peki, bu sizin için ne işe yarı­yor?”

“Ani bir hareket olursa biraz dö­viz alıyoruz, böylece riski kontrol etmeye çalışıyoruz.”

“Ne kadar döviz almanız gerek­tiğini biliyor musunuz?” diye so­runca yönetici, sorularımın daha da derinleşeceğini anlamıştı. Da­ha spesifik bir soruyla devam et­tim:

“Yedi yıllık kredinizin beş yılı kaldı. TL’nin son iki yılda yaşadığı değer kaybı göz önüne alındığın­da, bu borçlanma maliyetiniz art­mıştır. TL borçlanma ile karşılaş­tırdınız mı?”

“Evet, biraz maliyet arttı, TL borçlansaydık daha düşük olurdu.”

Bunun üzerine, “Bu borcunuzu ve bilançonuzdaki döviz cinsi yü­kümlülüklerinizi vadelerine göre kur riskinden koruyabileceğinizi ve nakit akımlarınızı sigortalaya­bileceğinizi biliyor musunuz?” di­ye sordum.

“Nasıl?”

“Örneğin, beş yıl vadeli bir swap işlemiyle bu krediyi TL borçlan­maya çevirebilirsiniz.”

Aldığım yanıt ise oldukça traji­komikti:

“Biz böyle spekülatif işlemlere girmiyoruz.”

Bunun üzerine daha fazla ısrar etmeden teşekkür edip toplantıyı bitirdim.

Risk Yönetiminin Önemi

Aradan bir yıl geçti. Ekonomi­de dengeler daha da bozuldu. Ra­hip Krizi olarak bilinen süreçte TL önemli ölçüde değer kaybetti. Bu olayların üzerinden bir ay bile geçmemişken, o gün görüştüğüm finans yöneticisinden bir telefon aldım:

“Döviz cinsi borçlar için yapıla­bilecek bir şey var mı?”

Belli ki doları iyi takip edeme­mişlerdi. “Şu an yapılabilecek çok şey var ama artık mevcut fiyatlar­la.” dedim. Karar verip bana geri döneceğini söyledi. Ancak bir da­ha haber alamadım. Sonrasında öğrendiğime göre şirket, ciddi bir sermaye artırımı yapmak zorun­da kalmış ve ortaklar bu durum­dan hiç memnun olmamıştı. Hak­lıydılar da.

Risk yönetimi, özellikle de hazi­ne ürünleri söz konusu olduğunda uzmanlık gerektiren bir konudur. Basit gibi görünen konular, de­taylara inildikçe oldukça karma­şık hale gelir. Şirketlerin finans yönetimini çok boyutlu ele alma­sı, senaryo analizleri yapması ve bu analizlere dayanarak bilanço­larını stres testlerine tabi tutma­sı gerekir.

Bu süreçlerde, şirketin finansal riskleri etkin bir şekil­de yönetebilmesi için kurumsal yapıların devreye girmesi hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda, Fi­nansal Riskleri İzleme Komitesi gibi yapılar oluşturulmalı ve şir­ket içinde üst düzey yöneticiler ve yönetim kurulu üyeleri gibi kişi­ler kadar, finans piyasalarına ha­kim bağımsız uzmanlar da sürece dahil edilmelidir.

Son yıllarda, büyük ölçekli bir­çok şirketin bile bu konuda ciddi önlemler almadığını ve kriz dö­nemlerinde büyük zararlarla kar­şı karşıya kaldığını gözlemledim. Ancak geçmiş hatalarından ders çıkarıp bu konuda önlemler alma­ya başlayan az sayıda şirket gör­mek de sevindirici.

Merkez Bankası: Koruyucu baba rolünde mi?

Para politikasının gecikmeli de olsa rasyonelleşmesi ve TL kredi faizlerinin yükselmesi, şirketlerin hızla döviz cinsi borçlanmaya yö­nelmesine yol açtı. 2023 sonun­da 128 milyar dolar olan bankala­rın toplam döviz kredileri, 2025 Şubat itibarıyla 50 milyar dolar artarak 174.5 milyar dolara ulaş­tı (Grafik-1). Reel sektörün döviz yükümlülükleri ile varlıkları ara­sındaki fark ise 73 milyar dolardan 142 milyar dolara çıktı (Grafik-2)

Bu süreçte, döviz kredilerinin büyüme hızı önce aylık %2 ile sı­nırlandırıldı, ardından %1’e ve son olarak %0.5’e düşürüldü. İhracat yapmayan şirketlerin döviz kredi­si kullanması ise halen yasak.

Merkez Bankası’nın aldığı bu kararlar, enflasyona yönelik olası negatif etkileri azaltmayı amaçlı­yor. Ancak, aynı zamanda şirketle­re ‘Yeterince risk aldınız, biraz fre­ne basın’ mesajı veriyor da olabilir.

Buna rağmen, bazı Kamu ve Ka­tılım Bankaları, belirli istisnalar dolayısıyla hala döviz cinsi kredi sağlamaya devam ediyor.

Risk: Kontrol

edilmezse yıkıcı, yönetilirse güçlü bir araç

Finansal risklerin iyi yönetilme­si, şirketlerin büyümesi, sermaye birikimi yapması ve küresel reka­bet gücünü artırması açısından kritik önemdedir.

Şirketlerin finansal stratejileri belirlenirken:

-Makroekonomik ve jeopoli­tik gelişmeler dikkate alınmalı,

-Risk bütçelemesi yapılmalı,

-Finansal kararlar kurumsal bir yapı içinde alınmalı ve prose­dürlere bağlanmalıdır.

Türkiye, büyümesini büyük öl­çüde dış borçla finanse eden bir ülke. Dolayısıyla, şirketlerin ihra­cat yapıyor olması bile kur riskini yönetmede tek başına yeterli bir faktör değildir. Zira dalgalı kur re­jimlerinde TL’nin değer kaybı gibi değer kazancı da söz konusu olabi­lir. Kredilerin döviz mi TL cinsin­den mi olması gerektiğini belirli düzenlemelerle kısıtlamak yeri­ne, şirketlerin risk yönetimi yapıp yapmadıkları analiz edilerek bu konuda aksiyon alınması daha et­kili olacaktır.

Sonuç olarak, risk ateş gibidir. Doğru kullanıldığında faydalı, yanlış yönetildiğinde ise yıkıcı olabilir. Yasaklamak ve kısıt­lamak yerine, şirketlerin riskleri­ni nasıl yöneteceğini öğrenmesine olanak tanımak ve kurumsal çerçe­veler oluşturmasını teşvik etmek, uzun vadede daha sürdürülebilir bir finansal sistem yaratacaktır.

Risk ateş gibidir… - Resim : 1

Yazara Ait Diğer Yazılar