Sürdürülebilirliğin sessiz çığlığı: Sessizlik yeni strateji mi?

Prof. Dr. Çisil SOHODOL
Prof. Dr. Çisil SOHODOL cisil.sohodol@dunya.com

Bir dönem şirketler için sür­dürülebilirlik yalnızca bir sorumluluk değil, aynı za­manda bir rekabet avantajıydı. Web siteleri yeşil vaatlerle süsle­nir, sunumlarda dünyayı daha iyi bir yer haline getirme taahhütleri gururla yer alır, sosyal medya he­saplarında ilham verici kurumsal dönüşüm hikâyeleri paylaşılır­dı. Ancak son birkaç yılda bu tab­lo değişti. Sürdürülebilirlik artık gösterilen değil, saklanan bir de­ğer haline geliyor. Şirketler ka­muoyunun dikkatinden bilinçli şekilde kaçıyor. İşte bu stratejiye verilen ad: Greenhushing. Ancak burada bahsedilen yalnızca çev­resel politikalar değil. Bu artık bir bütün olarak sürdürülebilirliğin suskunluğu.

Trump sonrası dönem: Sessizlik sadece korkudan mı, fırsattan mı?

Donald Trump’ın başkanlık döneminde Paris İklim Anlaş­ması’ndan çekilmesi, kamu kay­naklarının fosil yakıt lobilerine açılması ve sosyal eşitlik söylem­lerinin zayıflatılması yalnızca ka­mu politikalarını değil, şirketlerin davranış kalıplarını da derinden etkiledi. O dönemde birçok Ame­rikan şirketi çevresel ve sosyal ta­ahhütlerini askıya aldı ya da görü­nürlüklerini azalttı.

2024 sonrasında yeniden alev­lenen bu iklimde ise daha net bir eğilim ortaya çıkıyor: Şirketler, daha önce gururla paylaştıkla­rı sürdürülebilirlik politikalarını web sitelerinden kaldırıyor, kap­sayıcılık ve eşitlikle ilgili bölüm­leri arka plana itiyor, bazıları ise bu ortamı fırsat bilerek verdikleri sözlerden tamamen dönüyor. El­bette sessizce yoluna devam eden ve değerlerine sadık kalan şirket­ler de var. Ancak bu genel sessiz­lik, yalnızca eleştirilerden kaçın­mak değil; zaman zaman geri adı­mı görünmez kılmanın stratejik yolu olarak da işliyor.

Greenhushıng’in sınırlarını aşması: Tüm değerlerin sessizliği

Greenhushing yalnızca çevre­sel sürdürülebilirlikle sınırlı bir eğilim olmaktan çıktı. Bugün şir­ketler karbon ayak izinden üretim modellerine, çalışan refahından tedarik zincirlerine kadar birçok alanda attıkları adımları kamuo­yuyla paylaşmaktan geri duruyor. Bu geri çekilme yalnızca eleştiri­den kaçınma refleksi değil; aynı zamanda belirsiz politik atmos­ferde “daha az görünür olmanın daha az riskli” kabul edildiği bir dönemin işareti.

Oysa sürdürülebilirliğin özü yalnızca eylem değil, aynı zaman­da ilham vermek ve toplumsal et­kiyi büyütecek bir şeffaflık kültü­rü yaratmaktır. Sözünü saklayan, hikâyesini anlatmayan, sürecini görünür kılmayan bir sürdürüle­bilirlik yaklaşımı; ne yayılabilir ne de çoğalabilir.

Türkiye’de de birçok kurum sürdürülebilirlik alanında önem­li adımlar atıyor. Enerji verimli­liği yatırımları, kadın istihdamı oranlarının artırılması, etik teda­rik zinciri uygulamaları gibi so­mut politikalar hayata geçiriliyor. Ancak bu uygulamaların önemli bir bölümü, kamuoyuyla çok sınır­lı şekilde paylaşılıyor. Sessizliğin ardında zaman zaman yetersiz ile­tişim stratejileri, zaman zaman da karmaşık toplumsal ve siyasal at­mosferde ‘yanlış anlaşılma’ kay­gısı yatıyor. Bu noktada sessizlik her zaman bir geri çekilme anla­mına gelmese de kurumların de­ğerlerini ve topluma katkı viz­yonlarını açıkça paylaşmamaları, toplumsal hafızada görünmezlik yaratıyor. Oysa markaların yalnız­ca müşterilerine değil, topluma, dünyaya ve gezegene karşı da bir borcu var. Bu borç; yalnızca üre­timle değil, değerlerle de ödenir.

İlhamın kayıp yükü: Sessizlik bulaşıcıdır

Çok az şey yapıp çok konuş­mak ne kadar tehlikeliyse, hiç ko­nuşmamak da en az o kadar teh­likelidir. Çünkü sessizlik yalnız­ca görünmezlik değil, ilham kaybı demektir. Şirketler attıkları adım­ları paylaştığında yalnızca kendi markalarını değil, aynı zamanda sektörel dönüşümü de beslerler. “Biz yaptık, siz de yapabilirsiniz” diyebilen kurumlar, sürdürülebi­lirliğin ortak zemininin genişle­mesine katkı sağlar.

Sadece başarılar değil; eksik­ler, denemeler ve yolda öğrenilen dersler de bu dönüşümün parça­sıdır. Kurumsal sürdürülebilir­lik yalnızca hedef beyanı değil; bir süreci görünür kılma, yolculuğu dürüstçe anlatma cesaretidir. Bu yüzden sessizlik, çoğu zaman sa­dece güvenli değil; gelişimi durdu­ran bir tercih haline gelir.

Sürdürülebilirliğin yeni söylemi: Gerçeklik, şeffaflık ve dayanışma

Bugün artık sürdürülebilirlik iletişimi yalnızca bir pazarlama stratejisi değil; aynı zamanda top­lumsal bir sorumluluk. Şirketler ne kadar iyi yaptıklarını göster­mekle değil, neyi daha iyi yapmak istediklerini dürüstçe anlatmak­la güç kazanıyor. Eksikleri kabul eden, sürecin zorluklarını payla­şan, iddiasından çok yolculuğuna odaklanan markalar daha samimi ve daha güvenilir algılanıyor.

Sürdürülebilirliğin yeni dili; abartıdan uzak, yalın, süreç odaklı ve en önemlisi insana ve topluma temas eden bir dil olmalı. Sadece çevreye değil, insana, çalışma ko­şullarına, adalete, erişilebilirliğe de bakan bir bütüncül vizyon artık kaçınılmaz.

Sessizlik de bir beyan biçimidir

Greenhushing yalnızca kelime­lerin geri çekilmesi değil; değer­lerin, vaatlerin ve ilhamın da ses­sizliğe gömülmesidir. Şirketlerin politik atmosferden çekinerek ya da stratejik gerekçelerle sürdürü­lebilirlik politikalarını görünmez kılması, sadece bir iletişim eksik­liği değil; geleceğe karşı verilen sözlerin bulanıklaşmasıdır.

Oysa içinde bulunduğumuz çağ, tüm kurumların şeffaflıkla, ce­saretle ve sorumlulukla hareket etmesini gerektiriyor. Bu yalnız­ca iyi görünmek için değil; iyi ol­mak, daha iyisi için ilham vermek ve dönüşümü birlikte inşa edebil­mek için şart.

Ve en önemlisi: Sürdürülebilir­lik sadece bir strateji değil, bir du­ruş meselesidir.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Buna hakkımız yok 28 Haziran 2025