Tarladan motokuryeliğe tarım göçü

Türkiye’de kuraklık artık hava raporla­rının değil, sofraların konusu. Meteo­roloji geçen yılın yağışlarının yüzde 28 ek­sik olduğunu söylüyor. Kâğıt üstünde sebep belli: iklim değişikliği. Ama tarladaki ger­çek başka: yoksunluğu duyulan şey yağmur­dan çok, plan. Bu aynı zamanda sürdürüle­bilirlik politikalarımızın da aynası. Nasıl ki barajlardaki su sıfırlanıyorsa söz gelimi Konya Ovası’nda da buğday başakları öyle kısalıyor.

ABD Tarım Bakanlığı (USDA), her ay kü­resel tahıl raporları yayımlıyor ve Türki­ye’nin buğday üretim tahminini de güncel­liyor. Son raporlarında Türkiye’nin üreti­mini 19 milyon tondan 16,25 milyon tona indirdiler. Yüzde 15 düşüş demek. Yani ra­por hem sofradan hem de kasadan yaklaşık 3 milyon ton buğday eksileceğini söylüyor. Bu sadece bir tarım verisi değil; dünyanın Türkiye’nin açığını kayda geçmesi demek. Bir başka deyişle, Türkiye’nin üretim açığı­na biz değil, Washington’daki tarım bürola­rı kafa yoruyor.

Kuraklık, tarım göçü ve gıda güvenliği

Türkiye’de tarımsal su kullanımı topla­mın yüzde 75’i. Yani suyun üçte ikisinden fazlası tarlaya gidiyor. Ama o tarla çoğu za­man vahşi sulamayla boğuluyor. Trakya’da ayçiçeği rekoltesi yarıya indi. Çukurova’da narenciye sulaması kısıtlı. Antep’te fıstık zaten “yok yılı”na girdi. Bunlar yalnızca bi­rer veri değil. Aynı zamanda tarladan moto­kuryeliğe giden dramatik yolculuğun; kurak­lık, gıda güvenliği ve tarım göçü gibi katman­lara bağlı nedenleri…

Çünkü kuraklığın bir de sosyolojisi var: Çiftçi tarlada kalamıyor, köy göç veriyor. Şe­hirde pazar filesi boşalıyor, fiyatlar uçuyor. Gıda krizi denen şey aslında sunumlarda değil, semt pazarlarında konuşuluyor. Köy­lü sadece kuraklıkla ve kendi tarlasıyla de­ğil, ithal buğdayı sübvanse eden bir yakla­şım anlayışı ile de mücadele ediyor. Nitekim geçen yıl buğday ithalatında Türkiye, Rus­ya’nın bir numaralı müşterisi oldu. “Hubu­bat ambarı” diye bildiğimiz ülke, artık baş­ka ülkelerin tarlasına yöneliyor. Bu bağlam­da Sürdürülebilir kalkınma politikalarımız şöyle özetlenebilir: gözümüz bulutlarda eli­miz ithalat dosyalarında.

Tarım göçü kader mi politikasızlık mı?

Köyler boşalıyor. Çiftçi üretimi bırakıyor, traktörünü satıp şehre göçüyor. Şehirdeki kiralar, yeni göç dalgasıyla daha da artıyor. Markette ayçiçek yağını bile yarım litre al­mak zorunda kalan dar gelirli, doğal olarak iklim değişikliğini ya da kuraklığı suçlamı­yor. Çocuklarının sütünü eksiltmek zorunda kalan aile için mesele “küresel ısınma” değil.

Kuraklık, yanlış ürün deseni, ithalat poli­tikası derken, köyden kopup göç eden genç için, şehirde en hızlı kapı motokurye işi olu­yor. Çünkü diploma ya da sertifika gerekmi­yor; bir motosiklet ve bir telefon yeterli. Tür­kiye’de kurye sayısının yüz binlere çıkması, sadece e-ticaretle değil, köyden kopan genç­lerle de açıklanmalı. Eğer üretimi artırmak yerine ithalatı seçersen, genç çiftçi de tohum ekmek yerine şehirde kuryelik yapmayı se­çer. Çiftçi yağmurun yağmamasına kader di­yebilir; ama karar mercilerinin politika üret­memesi tercihtir.

Toprağın çocuğu e-ticaret kuryesi

Tarımsal kuraklığa maruz kalan köylünün kaderi ve dolayısıyla gıda güvenliğimiz me­teorolojiye bağlı olmamalı. Tarımın, suyun ve gıda güvenliğimizin, yani topyekûn gele­ceğimizin kaderi toprak yerine, rakam bilen teknokratlara bırakılmamalı. O rakamlar, çoğunlukla ithalat ihalelerinin döviz cinsi­ni hesaplıyor.

Türkiye’de iklim değişiyor evet. Ama sür­dürülebilir kalkınma planlarını, kuraklı­ğı ve tarımı aynı hatalarla yönetip faturayı gökyüzüne kesmek, sadece gerçeğin üzerini örtmektir.

Resmî kayıtlarda Türkiye’de 200 bin mo­tokurye görünüyor. Yani bir ülkenin tarım­da kaybettiği genç, şehirde motorlu sipariş işçisine dönüşüyor. Bir ülkede genç çiftçi, tohum ekmek yerine milyarlarca dolarlık pazaryerlerinin paketlerini taşımak için motokuryelik yapıyorsa, mesele kuraklık ve iklim değişikliği değildir.

Yazara Ait Diğer Yazılar