Trump kararlı: O iPhone buraya gelecek!

Trump, bu kez kürsüye ti­caret savaşları ya da sınır duvarları için değil; sınıf­lar, atölyeler ve laboratuvarlar için çıkıyor. Geçtiğimiz hafta im­zaladığı iki kritik kararnameyle, gündemi yeniden şekillendirdi. Ancak bu defa sahne ışıkları; üre­tim hatlarında, kodlama dersle­rinde ve çıraklık programlarında yanıyor. Çünkü artık mesele sa­dece dış ticaret açığını kapatmak değil; bir ülkenin zihinsel ve fi­ziksel üretim kapasitesini, yani geleceğini inşa etmek.

İlk kararname, yapay zekâyı yalnızca teknoloji devlerinin de­ğil, Amerikan öğrencilerinin de gündemine taşıyor. İkincisi ise, geleceğin yüksek maaşlı meslek­lerine teknik beceriler üzerinden erişmenin yolunu açıyor. İkisi birden okunduğunda ise açık bir mesaj veriliyor: Amerika, yeni­den üretmek istiyor. Ama bu kez çekiçle olduğu kadar kodla, algo­ritmayla olduğu kadar tornavi­dayla...

Kararnameler: Geleceği kodlayan ve şekillendiren eller

‘Advancing Artificial Intelli­gence Education for American Youth’ (Amerikan Gençliği İçin Yapay Zekâ Eğitimini İlerletme) adlı kararnameyle yapay zekâ artık yalnızca uzmanların değil, öğrencilerin de gündemi oluyor. Karar, çocuklara veri okuma, mo­del oluşturma ve algoritmaların etik boyutlarını öğretmeyi hedef­liyor. AI Eğitim Görev Gücü ku­rulacak, öğretmen eğitimlerin­den sınıf içi araçlara kadar ulusal çapta bir yapay zekâ okuryazarlı­ğı modeli geliştirilecek.

Eşzamanlı olarak açıklanan ‘Preparing Americans for Hi­gh-Paying Skilled Trade Jobs of the Future’ (Amerikalıları Ge­leceğin Yüksek Ücretli Nitelik­li Mesleklerine Hazırlama) adlı kararname ise, teknik becerilere sahip iş gücünü hedef alıyor. Çı­raklık sistemleri genişletilecek; elektrikçilikten otomasyon tek­nisyenliğine, havacılık bakımın­dan akıllı tarım teknolojilerine kadar pek çok alanda yeni istih­dam yolları açılacak. Beyaz Sa­ray’ın mesajı açık: “Gelecek yal­nızca yazılımlarda değil, onları hayata geçiren ellerde de var ola­cak.”

Bu iki belge birlikte okundu­ğunda, Trump yönetiminin uzun süredir savunduğu “Amerikan malı, Amerikan toprağında üreti­lecek” idealinin altyapısal zemi­nini oluşturduğu görülüyor. Söz artık yalnızca uluslararası ticaret masalarında değil, sınıflarda ve atölyelerde veriliyor.

Ve iş gücü artık sadece ikiye ay­rılmıyor: Kod yazanlar ve çekiç sallayanlar değiliz. Arada bir hib­rit alan var. Otonom araç teknis­yenleri, yapay zekâ destekli ta­rım operatörleri, robotik bakım uzmanları, veriyle çalışan sağ­lık teknisyenleri... Yeni ekono­mi, hem yazılım bilgisi hem de fi­ziksel üretim becerisi gerektiren mesleklerle şekilleniyor.

iPhone tartışması: hayal mi imkân mı?

Trump’ın bu kararlarını an­lamak için geçtiğimiz haftalar­da manşetlere çıkan bir tartışma­yı hatırlamak yeterli: “iPhone’lar neden hâlâ Çin’de üretiliyor?” Trump, yıllardır Apple gibi dev­lerin üretimi ABD’ye taşıması ge­rektiğini savunuyor. Hatta bu yıl açıkça söyledi: “iPhone’lar çok ra­hat Amerika’da üretilebilir.” Ama gerçek daha karmaşık. Apple, ma­liyetlerin üç katına çıkacağını, te­darik zincirinin dağılacağını ve üretimin yavaşlayacağını söylüyor

Bu yalnızca bir şirket strateji­si değil. Aynı zamanda Amerikan üretim hayalinin karşılaştığı en büyük duvarlardan biri. Kalifiye iş gücü eksikliği, teknik eğitimde­ki zayıflık ve yüksek işçilik mali­yetleri, ‘Made in USA’ fikrinin en büyük düşmanları. İşte bu iki ka­rarname tam da bu yüzden kritik. Çünkü Trump artık üretimi doğ­rudan yeniden getiremeyeceğini, önce üretimi taşıyabilecek insan kaynağını yetiştirmesi gerektiği­ni biliyor.

Bu vizyon, yalnızca “iPhone’lar Amerika’da üretilecek” fikrinden ibaret değil. Asıl mesele, Ameri­ka’nın yeniden üretim yapabilir hâle gelip gelemeyeceği. Sorun yal­nızca fiziksel kapasite değil; zihin­sel hazırlık. Ve çözüm yalnızca ya­tırımda değil; eğitimde, kültürde, iş gücünün dönüşümünde.

ABD başarabilecek mi?

Amerika ise uzun yıllardır hiz­met ekonomisini kutsallaştır­dı. Finans, hukuk, danışmanlık ve teknoloji yönetimi gibi alanlar parlatıldı; üretim geri plana itildi. Ancak pandemi, jeopolitik geri­limler ve küresel tedarik krizleriy­le birlikte bu model sorgulanmaya başladı. Ve şimdi Trump’ın imza­ladığı bu iki kararname, belki de ilk kez, hizmetten çok üretimi önce­leyen bir vizyona alan açıyor. Bu yön değişikliği, yalnızca istihdam değil; ulusal kimlik, bağımsızlık ve rekabet gücü açısından da derin bir anlam taşıyor.

Amerika’nın dijital teknoloji­lerde önde olması yeterli değil. Bu üstünlüğü kalıcı ve kapsayıcı hale getirmek için, algoritmaları yazan kadar onları kuran, uygulayan, ba­kımını yapan bir iş gücüne ihtiyaç var. Kısacası; yapay zekâda lider­lik, ancak o zekâyı sahaya indire­bilecek teknik becerilerle tamam­landığında anlam kazanıyor. İşte bu nedenle üretim kültürünün ge­ri çağrılması yalnızca nostaljik bir refleks değil, stratejik bir zorun­luluk.

Ama bu yalnızca Amerika’nın meselesi değil. Her ülke artık şap­kayı önüne koymalı. Bugünün ve geleceğin analizini yapmalı. Ülke olarak bu yeni resimde ne istiyo­ruz, ne üreteceğiz, nasıl var olaca­ğız? Eğitim sistemini bu soruların merkezinde yeniden modellemek­ten başka gerçekçi bir seçenek yok. Aksi takdirde, teknolojiyi izleyen, üretimi başkalarına bırakan bir döngüye sıkışmak kaçınılmaz olur.

Yapay zekâ, çıraklık, zanaat, üre­tim aynı cümlede geçiyorsa, yeni bir çağ başlamış demektir. Bu ka­rarlar sadece bir ülkenin değil, bir çağın işaret fişeği olabilir.

Ve şimdi asıl soru hepimize yö­neltiliyor:

Geleceği dışarıdan mı izleyece­ğiz, yoksa onu içeriden birlikte mi yazacağız?

Yazara Ait Diğer Yazılar