Trump vs Wilson ve Roosevelt

Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA
Prof. Dr. Ragıp Kutay KARACA DIŞ POLİTİKANALİZ [email protected]

Devletler arası ilişkilerde ilk uluslararası örgüt olma özelliğini taşıyan Milletler Ce­miyeti (MC), ABD Başkanı T. W. Wilson’ın belirlediği 14 madde­yi temel alan bir anlayışta kurul­muştu.

Wilson’un 14 ilkesinin en önemli maddesi, ‘küçük devlet­lerin toprak bütünlüklerinin ve politik bağımsızlıklarının gü­vence altına alınması gerektiği’ idi. Bu temel girdinin yanında Wil­son, denizlerde gidiş gelişin tamamen serbest olmasını, ülke bütünlükleri­nin ve siyasi bağımsızlıklarının ga­ranti edilmesini istiyordu.

Bu şartlar sağlanırsa üye devletler arasındaki saldırganlığın önlenebi­leceği düşünmüştü. Nitekim MC Mi­sakı, anti-hegemonyal bir meşruiyet sistemine dayandı ve kolektif güven­lik ilkesine göre kurgulandı. Misak, üye devletlere, gizli diplomasiden uzak durmayı, uluslararası hukuka uygun hareket etmeyi, uluslararası ilişkilerde adaleti korumayı ve anlaş­malara uymayı taahhüt ediyordu.

ABD politikaları BM’yi yok sayan şekle büründü

Kolektif güvenliği sağlama so­rumluluğunu önemli ölçüde büyük devletlere bırakan MC, kolektif gü­venlik ilkesi kapsamında güçlü dev­letlere karşı zayıf devletleri koruma­yı amaçlamıştı. Ancak amaç ve uy­gulamalar birbiriyle çelişti. MC’nin etkinliğini kaybetmesi neticesinde ortaya konulan idealizm büyük yara aldı ve bu ortamda dünyanın her ye­rinde otoriter, totaliter ve faşist yö­netimler ortaya çıktı.

Birleşmiş Milletler (BM) ise II. Dünya Savaşı devam ederken Roo­sevelt ve Churchill tarafından ya­yınlanan Atlantik Bildirisi’nin bir sonucuydu. Bildiri, savaştan sonra toprak kazanılmayacağı, ilgili halkın onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacağı, ulusların kendi gele­ceklerini kendilerinin belirleyeceği, uluslararası iş birliğinin geliştirile­ceğini, temel hammaddelerden eşit biçimde yararlanılacağını, insanla­rın korku ve açlıktan kurtarı­lacağını, açık denizlerde tica­retin serbest yapılacağını ve savaş sonrası topyekûn silah­sızlanmaya gidileceğini temel almıştı.

Her iki kurumun kuruluş il­keleri, ABD tarafından belir­lenmişti. Bugün BM için birçok olumsuz yorum yapabiliriz. Nedeninin; sistemin hegemon­yan güçlerinin çıkarlarının ça­tıştığı yerde çalışmaları sekteye uğ­ratmalarından kaynaklandığını söy­leyebiliriz. Bunun son dönemlerde yaşanan örneği ABD oldu. Trump yönetimiyle birlikte ABD politika­ları, neredeyse BM’yi yok sayan bir şekle büründü.

Kuruluş amaçlarına aykırı

Trump’ın Kanada, Grönland ve Gazze’ye yönelik toprak talebi, Pa­nama Kanalı’na yönelik girişimleri BM’nin kuruluş amaçlarına aykırılık taşıyor. Rusya’nın Gürcistan, Kırım ve Ukrayna politikalarını BM kuralla­rına aykırı ilan edenler, aynı politika­ların peşinde.

Bununla da bitmiyor. ABD için İs­rail, uluslararası sistemin devamının önüne geçer hale gelmiş durumda. Öyle ki BM İnsan Hakları Konseyi ile ABD ilişkilerinin dondurulması, Fi­listin yardım kuruluşu Birleşmiş Mil­letler Yakın Doğu'daki Filistin Mülte­cilerine Yardım ve Çalışma Ajansı'na (UNRWA) sağlanan fonları durdurul­ması ve BM kültür kuruluşu UNES­CO'nun incelenmesi isteği, bu politi­kanın eseri.

Bu yaklaşımlar yeni değil. Keza Trump, göreve geldiği ilk dönemde; Filistinlilerin İsrail ile barış görüş­melerinin yenilenmesi konusunda anlaşmaya varması gerektiğini söy­lemiş ve UNRWA'ya sağlanan fonu kesmişti. İsrail'e karşı önyargılı oldu­ğu gerekçesiyle İnsan Hakları Konse­yi'nden ve UNESCO'dan ayrılmıştı.

BM, devletler arası bir organdır

Unutmamak gerekir ki BM, devlet­ler arası bir organdır. Üyelerinin siya­si bağımsızlığına dayanır ve iş birliği yapma kararları, kendi egemenlikle­rinin bir somutlaşması ve ifadesidir.

Kesin olan BM’nin dünyadaki de­mokratik teamüllere uygun, uluslara­rası hukuku her devlete eşit işletecek şekilde dönüşmesi ve daha etkin hale getirilmesidir.

Bu temenninin gerçekleşmesi ABD’nin bu politikalarıyla zor değil, neredeyse imkansız.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Diplomasi felaketi 05 Mart 2025
Barış ve korku 19 Şubat 2025
Trump geldi! 23 Ocak 2025