Trump vs Wilson ve Roosevelt

Devletler arası ilişkilerde ilk uluslararası örgüt olma özelliğini taşıyan Milletler Ce­miyeti (MC), ABD Başkanı T. W. Wilson’ın belirlediği 14 madde­yi temel alan bir anlayışta kurul­muştu.

Wilson’un 14 ilkesinin en önemli maddesi, ‘küçük devlet­lerin toprak bütünlüklerinin ve politik bağımsızlıklarının gü­vence altına alınması gerektiği’ idi. Bu temel girdinin yanında Wil­son, denizlerde gidiş gelişin tamamen serbest olmasını, ülke bütünlükleri­nin ve siyasi bağımsızlıklarının ga­ranti edilmesini istiyordu.

Bu şartlar sağlanırsa üye devletler arasındaki saldırganlığın önlenebi­leceği düşünmüştü. Nitekim MC Mi­sakı, anti-hegemonyal bir meşruiyet sistemine dayandı ve kolektif güven­lik ilkesine göre kurgulandı. Misak, üye devletlere, gizli diplomasiden uzak durmayı, uluslararası hukuka uygun hareket etmeyi, uluslararası ilişkilerde adaleti korumayı ve anlaş­malara uymayı taahhüt ediyordu.

ABD politikaları BM’yi yok sayan şekle büründü

Kolektif güvenliği sağlama so­rumluluğunu önemli ölçüde büyük devletlere bırakan MC, kolektif gü­venlik ilkesi kapsamında güçlü dev­letlere karşı zayıf devletleri koruma­yı amaçlamıştı. Ancak amaç ve uy­gulamalar birbiriyle çelişti. MC’nin etkinliğini kaybetmesi neticesinde ortaya konulan idealizm büyük yara aldı ve bu ortamda dünyanın her ye­rinde otoriter, totaliter ve faşist yö­netimler ortaya çıktı.

Birleşmiş Milletler (BM) ise II. Dünya Savaşı devam ederken Roo­sevelt ve Churchill tarafından ya­yınlanan Atlantik Bildirisi’nin bir sonucuydu. Bildiri, savaştan sonra toprak kazanılmayacağı, ilgili halkın onayı alınmadan toprak değişikliği yapılmayacağı, ulusların kendi gele­ceklerini kendilerinin belirleyeceği, uluslararası iş birliğinin geliştirile­ceğini, temel hammaddelerden eşit biçimde yararlanılacağını, insanla­rın korku ve açlıktan kurtarı­lacağını, açık denizlerde tica­retin serbest yapılacağını ve savaş sonrası topyekûn silah­sızlanmaya gidileceğini temel almıştı.

Her iki kurumun kuruluş il­keleri, ABD tarafından belir­lenmişti. Bugün BM için birçok olumsuz yorum yapabiliriz. Nedeninin; sistemin hegemon­yan güçlerinin çıkarlarının ça­tıştığı yerde çalışmaları sekteye uğ­ratmalarından kaynaklandığını söy­leyebiliriz. Bunun son dönemlerde yaşanan örneği ABD oldu. Trump yönetimiyle birlikte ABD politika­ları, neredeyse BM’yi yok sayan bir şekle büründü.

Kuruluş amaçlarına aykırı

Trump’ın Kanada, Grönland ve Gazze’ye yönelik toprak talebi, Pa­nama Kanalı’na yönelik girişimleri BM’nin kuruluş amaçlarına aykırılık taşıyor. Rusya’nın Gürcistan, Kırım ve Ukrayna politikalarını BM kuralla­rına aykırı ilan edenler, aynı politika­ların peşinde.

Bununla da bitmiyor. ABD için İs­rail, uluslararası sistemin devamının önüne geçer hale gelmiş durumda. Öyle ki BM İnsan Hakları Konseyi ile ABD ilişkilerinin dondurulması, Fi­listin yardım kuruluşu Birleşmiş Mil­letler Yakın Doğu'daki Filistin Mülte­cilerine Yardım ve Çalışma Ajansı'na (UNRWA) sağlanan fonları durdurul­ması ve BM kültür kuruluşu UNES­CO'nun incelenmesi isteği, bu politi­kanın eseri.

Bu yaklaşımlar yeni değil. Keza Trump, göreve geldiği ilk dönemde; Filistinlilerin İsrail ile barış görüş­melerinin yenilenmesi konusunda anlaşmaya varması gerektiğini söy­lemiş ve UNRWA'ya sağlanan fonu kesmişti. İsrail'e karşı önyargılı oldu­ğu gerekçesiyle İnsan Hakları Konse­yi'nden ve UNESCO'dan ayrılmıştı.

BM, devletler arası bir organdır

Unutmamak gerekir ki BM, devlet­ler arası bir organdır. Üyelerinin siya­si bağımsızlığına dayanır ve iş birliği yapma kararları, kendi egemenlikle­rinin bir somutlaşması ve ifadesidir.

Kesin olan BM’nin dünyadaki de­mokratik teamüllere uygun, uluslara­rası hukuku her devlete eşit işletecek şekilde dönüşmesi ve daha etkin hale getirilmesidir.

Bu temenninin gerçekleşmesi ABD’nin bu politikalarıyla zor değil, neredeyse imkansız.

Yazara Ait Diğer Yazılar