Türkiye ekonomisinin yol ayrımı: Makro kazanımlar mikro gerçeklerle yüzleşirken denge arayışındaki ekonomi

Türkiye ekonomisi, tarihi bir yol ayrımında bulunmakta­dır. Bir yanda, uygulanan yeni ekonomi politikaları çerçevesin­de elde edilen, her ne kadar kı­rılgan olsa da, bazı umut verici makroekonomik kazanımlar gö­ze çarpmaktadır. Diğer yanda ise, bu görünürdeki istikrar, sıradan vatandaşın günlük hayatında his­settiği yüksek yaşam maliyeti ve reel gelirdeki erime ile keskin bir tezat oluşturmaktadır.

Dahası, tüm bu hassas denge, hem küre­sel ekonomideki köklü değişim­ler hem de Türkiye ekonomisinin derin yapısal sorunları nedeniyle sürekli olarak ciddi risklerle kar­şı karşıyadır. Bugünkü yazımız­da makroekonomik kazanımları­nı ele alacağımız Türkiye’nin son dönemdeki ilerlemesinin yalnız­ca yüzeysel ve geçici kalmaması, toplumsal refahta anlamlı ve ka­lıcı bir iyileşme sağlaması için kısa vadeli politik kazanımların, uzun vadeli yapısal reformlar­la sağlamlaştırılması gerektiği­ni savunmaktadır.

Bu makro ve mikro gerçeklikler ara­sındaki çelişki, Türki­ye’nin ekonomik gele­ceğinin şekilleneceği en kritik sınamalardan biridir. Bu yol ayrımın­da, geçici bir denge mi yoksa kalıcı bir istikrar mı elde edileceği, atıla­cak adımların bütünsel ve kararlı bir nitelik ta­şımasına bağlıdır.

Makroekonomik iyileşme cephesi: Dış ticaret ve finansal göstergeler

Dış ticaretteki pozitif ivme: Tereddütlü bir toparlanma hikâyesi

Son birkaç yıllık dönemde Tür­kiye’nin dış ticaret verileri, dik­kat çekici bir toparlanma eğili­mi göstermiş ve genel makroeko­nomik tablo için umut verici bir sinyal olarak değerlendirilmiştir. 2023 yılında 255,4 milyar dolar ve 2024 yılında %2,5’lik bir artış­la 261,9 milyar dolar seviyesine ulaşan ihracat, Cumhuriyet tari­hi rekorlarını kırmıştır.

Ancak, bu olumlu hikâye, Haziran 2025 verileriyle birlikte ciddi bir te­zatın içine girmiştir. Dış ticaret açığı, bir önceki yılın aynı ayına göre %38,8 gibi keskin bir artışla 5,889 milyar dolardan 8,173 mil­yar dolara yükselmiştir. Bu kes­kin yükselişle birlikte, ihracatın ithalatı karşılama oranı da 2024 Haziran’daki %76,4 seviyesinden 2025 Haziran’da %71,5’e gerile­miştir. Temmuz ayı için %79,5 olarak açıklanan rakam hala den­geli bir yapıya ulaşılamadığını göstermektedir.

Bu ani geri dönüş, dış ticaret­teki iyileşmenin derin yapısal değişikliklerden ziyade, sıkı pa­ra politikasının iç talebi ve do­layısıyla ithalatı geçici olarak baskılamasıyla ilişkili olduğunu ortaya koymaktadır. Para politi­kalarının tek başına dış dengeyi kalıcı olarak sağlamakta yetersiz kaldığı ve bu kırılganlığın, poli­tika uyumunun sağlanamaması durumunda devam edeceği net bir şekilde görülmektedir. İhra­cat artışındaki pozitif eğilim de­vam etse de, ithalatın kontrolsüz büyümesi, dış ticaret dengesinin hala kritik bir sorun olduğunu ve makroekonomik kazanımların ne kadar hassas bir zeminde dur­duğunu göstermektedir.

Para politikasının etkileri ve “tek ayaklı” eleştirisi

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2023 yılının ortalarından itibaren başlattı­ğı sıkı para politikasıyla enflas­yonla mücadelede önemli bir rol oynamıştır. Bu programın temel amacı, piyasadaki para miktarı­nı azaltarak tüketim ve yatırım­ları kısmak, böylece enflasyonist baskıları düşürerek fiyat istik­rarını ve döviz kurunda istikra­rı sağlamaktır. Bu politikaların etkisiyle yıllık enflasyon, Mayıs 2024’te ulaştığı %75,45’lik zir­ve noktasından istikrarlı bir şe­kilde düşerek Temmuz 2025’te %33,52’e gerilemiştir. Bu, yüksek enflasyonla mücadele bağlamın­da elde edilen en somut kazanım­lardan biri olarak öne çıkmakta­dır ve aynı zamanda dolarizasyon eğilimlerinde bir miktar azalma da gözlemlenmiştir.

Ancak, bu mücadele strateji­si geniş bir eleştiriye maruz kal­maktadır: Programın “tek ayak­lı” olduğu ve yeterince güçlü bir maliye politikası veya yapısal re­formlarla desteklenmediği. Mer­kez Bankası faiz artırımları ve li­kidite sıkılaştırmasıyla enflasyo­nu düşürmeye çalışırken, geçen yıllarda ki asgari ücret ve kamu çalışanı maaşlarındaki artışlar gibi genişlemeci maliye politi­kaları, hem talep hem de maliyet yönlü baskılar oluşturarak para politikasının etkinliğini zayıflat­maktadır. Bu uyumsuzluk, poli­tika yapıcıların ortak bir hedefe yönelik koordinasyon içinde ha­reket etmediğini göstermektedir. Bu durum, merkez bankasının enflasyonla mücadele çabasını daha uzun ve maliyetli bir süreç haline getirmektedir.

Para ve maliye politikası ara­sındaki bu uyumsuzluk, enflas­yonla mücadeleyi yavaşlatmak­la kalmamakta, aynı zamanda ekonomik büyüme, istihdam ve gelir dağılımı gibi alanlarda cid­di sosyal maliyetlere yol açmak­tadır. Birbiriyle çelişen politi­kalar, dezenflasyon sürecinin ilerlemesini engellemekte ve ekonomik aktörlerin geleceğe yönelik beklentilerini yönetme­yi zorlaştırmaktadır. Kalıcı fiyat istikrarı ve sürdürülebilir büyü­me için, bu “tek ayaklı” strate­jiden vazgeçilerek, para, maliye ve yapısal reform politikaları­nın senkronize bir şekilde uygu­lanması elzemdir.

Yazara Ait Diğer Yazılar