Yapay zekânın ekonomideki yeni düzeni: Cognitarism
Tarih boyunca her dönemin üretim aracı kendi düzenini yarattı: Feodalizmde toprak, sanayi çağında fabrika, bilgi çağında teknoloji. Şimdi ise üretim aracının adı ‘sentetik biliş’ yani yapay zekâ. Artık kendi başına üretim yapabilen bir aktör haline geliyor. Yani cognitarism yalnızca bir kavram değil; kapitalizmin üzerine inşa edilmiş tüm değer, emek ve mülkiyet anlayışlarını sarsan bir bakış açısı.
Bir dönemin en büyük tartışması, makinelerin insanların işini alıp alamayacağıydı. Oysa bugün geldiğimiz noktada mesele bundan çok daha ileri: Sadece işimizi elimizden alıp almadığı değil, ekonomik düzenin temellerini değiştirip değiştirmediği konuşuluyor.
Çünkü yapay zekâ artık yalnızca bir yardımcı değil. Rapor yazıyor, strateji geliştiriyor, sanat eseri üretiyor, müşteriyle konuşuyor. Kısacası, ‘araç’ olmaktan çıkıp doğrudan üretken bir aktör haline geliyor. Burada sorulması gereken asıl soru şu: Eğer üretim sürecinin yükünü artık insanlar değil de algoritmalar taşıyorsa, bu değerin sahibi kim olacak?
Cognıtarısm: Kapitalizmin sonrasını tartışmak
Tam da bu noktada yeni bir kavram devreye giriyor: Cognitarism. Kapitalizmin ötesine işaret eden bu terim, ekonomik değerin merkezine yapay zekânın yerleştiği bir düzeni anlatıyor.
Cognitarism, Axel Marsford ve Leonardo Shell’in 2025 tarihli ‘Cognitarism: Ekonomik Değerin Yapay Zekâ Tarafından Yaratıldığı İlk Sosyo-Ekonomik Sistem’ makalesinde tanımlandığı üzere, insan emeğinin yerini yapay zekânın aldığı yeni bir ekonomik düzeni işaret ediyor. Tarih boyunca her dönemin üretim aracı kendi düzenini yarattı: Feodalizmde toprak, sanayi çağında fabrika, bilgi çağında teknoloji. Şimdi ise üretim aracının adı ‘sentetik biliş’ yani yapay zekâ.
Bu yaklaşımda:
-Yapay zekâ kendi başına üretim yapabilen bir aktör haline geliyor.
-Ekonomik ilişkiler, protokoller ve algoritmalarla yönetiliyor.
-Değer, AI’nin üretkenliğiyle tanımlanıyor.
-İnsan ise üretimden çok yönlendirme ve etik denetim rolüne kayıyor.
Yani cognitarism yalnızca bir kavram değil; kapitalizmin üzerine inşa edilmiş tüm değer, emek ve mülkiyet anlayışlarını sarsan bir bakış açısı.
İnsanın yeri: Gözetmen, yorumlayıcı, yönlendirici
Cognitarism düzeninde insan tamamen dışarıda kalmaz. Ama rolümüz dramatik biçimde değişir. Üretimin yükünü yapay zekâ taşırken, insan daha çok gözetmen, yorumlayıcı ve yönlendirici rol üstlenir.
Bunun iki nedeni var:
1Hatalar ve önyargılar: Yapay zekâ hızlıdır ama kusursuz değildir. Yanlış bilgi üretebilir, toplumsal önyargıları çoğaltabilir, etik açıdan sorunlu kararlar alabilir.
2Anlam ve değer katma: Veriyi işlemek başka, ona anlam kazandırmak başka. Stratejik vizyon, duygusal zeka, etik tercih hâlâ insana aittir.
Bu yüzden cognitarism, aslında insanı “üretici olmaktan çıkarıp karar verici kılan” bir sistem öngörür. Üretim makinelerin işi olur, fakat üretimin yönünü ve anlamını insan belirler. Bu da iş dünyasında yepyeni becerilerin öne çıkacağı anlamına gelir: Etik liderlik, stratejik denetim, sosyal sorumluluk…
2045 manşeti: Yapay zekâ grevde
Şimdi hayal gücümüzü biraz zorlayalım. 2045 yılının gazetelerini açtığınızı düşünün. Ekonomi sayfasında koca puntolarla şu manşet var:
“Yapay Zekâ Sendikası, Fazla Mesai Ücretini Yetersiz Buldu!”
Alt başlık: “Robot işçiler 7/24 çalıştırılmaya isyan etti. Patronlar ‘sunucuları kapatırız’ tehdidinde bulundu.”
Bugün komik görünen bu senaryo, aslında çok ciddi bir tartışmanın kapısını aralıyor: Üretimin öznesi değiştiğinde, kurallar da değişmek zorundadır. Tarım toplumunda köylünün, sanayi çağında işçinin hakları tartışıldı. Şimdi de yapay zekâ tarafından yaratılan değerin nasıl paylaşılacağı konuşulacak.
Cognitarism bu geleceğe dair bir teoriden ibaret değil; üretimin, emeğin ve değerin yeniden tanımlanması gerektiğini hatırlatan bir çerçeve.
Bordroda kimin adı olacak?
Bugün hâlâ akademik bir tartışma gibi görünen cognitarism, iş dünyasının gündemine girmeye başladı bile. Şirketler yapay zekâyı her departmana entegre ediyor, yöneticiler verimlilik kazanımlarıyla iş gücü kayıpları arasındaki dengeyi tartışıyor.
Ve bizim için asıl soru çok basit ama bir o kadar da derin:
Geleceğin bordrosunda hâlâ bizim adımız yazacak mı, yoksa yerimizi çoktan dijital mesai arkadaşlarımız mı alacak?
Cevap ne olursa olsun, geleceğin gerçek sınavı bordrodaki isimlerde değil, insanla yapay zekânın birlikte nasıl bir değer yaratacağında gizli olacak.