Yukarı bakma: Büyüme gerçeği gölgelerken kalkınma nerede?
“Bir ekonomi büyüyor olabilir, ama bu büyüme toplumun çoğunluğuna fayda sağlamıyorsa, biz sadece bir yanılsamayı büyütüyoruz demektir.”
Joseph Stiglitz
Geçtiğimiz haftanın en dikkat çekici ekonomik verisi, Türkiye ekonomisinin 2025 yılı ilk çeyrek büyümesiydi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ekonomi, yıllık bazda %2 oranında büyüme kaydetti. Ancak bu verinin açıklanmasının hemen ardından, en üst düzeyden başlayarak birçok siyasetçi ve yönetici, büyüme rakamlarını bir başarı öyküsüne dönüştürme çabasıyla propaganda diline sarıldı. Peki, bu büyüme gerçeği ne kadar yansıtıyor? Daha da önemlisi: Gerçekten kalkındık mı?
Bu sorular üzerine düşünürken aklıma 2021 yılında izlediğim “Don’t Look Up – Bakma Yukarı” filmi geldi. Filmde, Michigan Üniversitesi’nde görevli bir astronom olan Dr. Randall Mindy (Leonardo DiCaprio) ve doktora öğrencisi Kate Dibiasky (Jennifer Lawrence), dünyaya çarpmak üzere olan dev bir kuyruklu yıldız keşfederler.
Bu çarpışma, gezegeni yok edecek güçtedir. Ancak bilimsel gerçeklik, siyasetçiler, medya ve kamuoyu tarafından ya görmezden gelinir ya da manipüle edilir. ABD Başkanı (Meryl Streep), durumu siyasi çıkarları için araçsallaştırırken medya ise yaklaşan felaketi bir reyting malzemesine dönüştürür. Sonuçta, bilimsel uyarılar yerine “Bakma Yukarı!” sloganıyla yürütülen algı yönetimi, insanlığı gerçeği görmemeye teşvik eder.
Bugün Türkiye’de de benzer bir tabloyu, ekonomik veriler söz konusu olduğunda görmek mümkün. Büyüme verisi açıklanır açıklanmaz yapılan siyasi açıklamalar, halkın refahını, toplumsal eşitliği, çevresel sürdürülebilirliği veya eğitime erişimi değil; sadece rakamsal artışı ön plana çıkarıyor. Ancak şunu bilmeliyiz ki, ekonomik büyüme, kalkınmanın sadece bir parçasıdır; çoğu zaman onun yerini tutamaz.
Ekonomik büyüme, bir ülkenin üretim kapasitesinin ve toplam gelirinin artışını ifade eder. Bu, çoğunlukla Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) ya da kişi başına düşen GSYH ile ölçülür. Sayısal, niceliksel bir ölçüttür. Ancak bu artışın hangi sektörlerden kaynaklandığı, nasıl bir gelir dağılımıyla sonuçlandığı, istihdamı nasıl etkilediği ve yaşam kalitesine ne kattığı, çoğu zaman göz ardı edilir.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB) tarafından düzenlenen «Kalkınma Günü» konferansına katıldım. TSKB’nin 75. kuruluş yıldönümü kapsamında düzenlenen organizasyonlar arasında, anlamı ve içeriği bakımından en değerli etkinliklerden biriydi. Ana tema, “Üçüz Dönüşümle Potansiyel Büyümeyi Yükseltmek” olarak belirlenmişti. Sunumları dikkatle dinledikten sonra, bu dönüşümün aslında bir ülkenin uzun vadeli kalkınma kapasitesini artırmak için üç temel alanda eşzamanlı ve birbirini besleyen reformları kapsadığını anladım:
Yeşil dönüşüm: Sürdürülebilir kalkınma, enerji verimliliği ve çevre dostu üretim ile doğal kaynakların korunması.
Dijital dönüşüm: Teknolojinin üretim süreçlerine entegre edilerek verimlilik artışının sağlanması.
Demografik/toplumsal dönüşüm: Kadınların, gençlerin ve dezavantajlı grupların iş gücüne katılımı ile insan sermayesinin etkin kullanımı.
Bu üç dönüşüm ancak birlikte, uyumlu bir biçimde ilerletildiğinde, bir ülkenin potansiyel büyüme oranı kalıcı ve kapsayıcı şekilde artabilir.
Peki ya kalkınma nedir?
Kalkınma büyümenin ötesinde, toplumun genel refah düzeyinin, yaşam kalitesinin, eğitim, sağlık, gelir dağılımı, çevre, demokrasi ve adalet gibi alanlarda iyileşmesi demektir. Kalkınma, yalnızca üretimin artması değil; refahın yaygınlaşması, eğitim ve sağlık sistemlerinin güçlenmesi, gelir adaletinin sağlanması, çevresel sürdürülebilirliğin gözetilmesi ve kurumsal yapının güçlendirilmesiyle mümkün olur.
Kalkınma:
-Ekonomik olduğu kadar toplumsal bir dönüşümdür.
-Kısa vadeli değil, uzun vadeli bir ilerleme sürecidir.
-Hem ekonomik hem sosyal ilerlemeyi kapsar.
-Uzun vadeli bir dönüşüm sürecidir.
-Nitelikli büyüme ile ilişkilidir.
-Gelirin nasıl dağıldığına, insanların yaşam standartlarına, temel hizmetlere erişimine önem verir. “Ne kadar büyüdük?”ten çok “Kim ne kadar pay aldı?” sorusuyla ilgilenir.
Bir ülke madencilik ve enerji sektörlerinde büyüyebilir ama eğer bu büyüme eğitim yatırımlarına, sosyal adalete, sağlık hizmetlerine veya kadın istihdamına yansımıyorsa, o ülke büyümüş ama kalkınmamış demektir.
Bugün, büyüme verileri üzerinden yapılan siyasi kutlamaların ötesine geçmeli, şu temel soruyu sormalıyız: Bu büyüme, toplumun tamamına ne kattı? Herkese mi yaradı, yoksa sadece bir kesimi mi zenginleştirdi? Gerçekten kalkındık mı?
Son söz: Veriler büyümeyi anlatır, yüzlerdeki tebessüm ve mutluluk ifadesi ise kalkınmayı.