Dünya yerinden oynuyor
2026’ya doğru ilerlerken dünya ekonomisini esastan değiştirecek birçok konu var gündemimizde. Sadece 2026’da değil, muhtemelen önümüzdeki 10 yılda da bu konularla çokça ilgileneceğiz. Bu yazıda kendimce önemli gördüğüm, hem dünyayı hem Türkiye’yi ilgilendiren o konuları sıralamak istiyorum.
1-Dünya üretiminin Doğu’ya doğru kaymaya devam etmesi, Çin’in ve Hindistan’ın önlenemez yükselişi,
2-Birçok ülkede nüfusun yaşlanması ve buna paralel işgücünde azalma,
3-Yapay zekâ başta olmak üzere teknolojik değişimin hızındaki artış ve iş modellerini kökten değiştirmesi,
4-Enerji ihtiyacındaki artış, enerji üretim kompozisyonundaki değişim.
5-Tedarik zinciri yapısındaki değişim ve korumacılık önlemleri,
6-İklim değişikliği ve çevresel sorunlar
7- Jeopolitik gerginlikler, bölgesel ve küresek çatışmalar.
Aslında yukarıda saydığım maddelerin birçoğu birbiriyle iç içe. Karşılıklı bir neden sonuç ilişkisi var. Örneğin yapay zekâ gelişimi yüksek enerji tüketimi gerektiriyor, bu enerjinin üretilebilmesi için yeni enerji üretim teknolojilerine ihtiyaç var. Bu teknolojileri ve kaynakları elinde bulunduran ülkeler ön plana çıkıyor. Diğer taraftan enerji üretiminde fosil yakıtların kullanılması iklim değişikliği üstünde olumsuz etki yapıyor ve buna ilişkin önlemler alınması konusunda ülkeler arasında anlaşmazlıklar çıkıyor gibi…
Yaşlanan ülkelerin açmazları
Nüfustaki dönüşüm konusunda yeteri kadar kafa yorulduğundan emin değilim. Her ne kadar yapay zekâyla ve robotlaşmayla birlikte çalışanların yerini bazı sektörlerde makineler alacak olsa da hala işgücüne ihtiyacın devam ettiği bir dünyada yaşıyoruz.
Fakat doğum oranlarındaki düşüş ve uzayan yaşam beklentisi ülkelerin giderek yaşlanmasına neden oluyor. Bu da çalışanlar tarafından bakılması gereken çok büyük bir grubun varlığı problemini beraberinde getiriyor. Bu problemi ülkelerin aşmaları için doğum oranlarını artırmaları gerekiyor fakat yapısal nedenlerle bu hemen gerçekleştirilebilir bir unsur değil.
Diğer bir alternatif de göç almak. Sonuç itibariyle her ülkede çalışan nüfus azalmıyor, bazılarında da artıyor. Bu ülkelerden işgücü transferi kaçınılmaz hale geliyor. Bu durum farklı geçmişlerden ve sosyoekonomik statüden gelen insanların bir arada yaşamasını mecbur kılıyor. Bu durum da grupların birbirlerinden hoşnut olmamasını hatta ırkçılığı beraberinde getiriyor. Dünyada sağ eğilimli siyasi yapıların yükselişine de bu pencereden bakmak gerekiyor.
Yapay zekâ adil değil
Yapay zekâ konusu da hem ülkeler arası hem de bireyler arası eşitsizlikleri artırmaya aday. Yapay zekâ ülkeler arasındaki gelişmiş farlılıklarını daha da artıracak önümüzdeki dönemde. Bu noktada ABD ve Çin, Avrupa’nın önündeyken Avrupa da kendi içinde homojen etkilenmeyecek muhtemelen. Yapay zekânın adapte edilmesi sonrası zengin ülkeler emeğin üretkenliğini daha fazla artıracaklar. Çünkü yapay zekâ önceki devrimlerden farklı olarak nitelikli işgücünün yerini almaya aday. Daha fazla beyaz yakalının çalıştığı daha gelişmiş ülkelerde bu kişilerin yerine daha çok makineler kullanılacağından verimlilik artacak. Diğer taraftan bu kişiler zengin ülkelerde daha yüksek maaşlar aldığından şirketlerin bu kişilerin yerine yeni teknolojileri entegre etmeleri için motivasyonları daha yüksek.
Yukarıda saydığım her başlık ayrı bir yazıyı hak ediyor. Böyle büyük dönüşüm dönemleri doğru kullanıldığında aynı zamanda ülkeler için bir sıçrama imkanı yaratır. Umarım biz de doğru kullanan ülkelerden oluruz.