ESG temelli finansal sürdürülebilirlik
Makroekonomik veriler çetin ilerliyor. Yılık bazda enflasyon düşme eğiliminde olsa da, aylık bazda halen istenen düzeye gelemiyor. TCMB de bu koşullara paralel, daralan rezervleri ve dalgalı kur seviyesini yönetmek için faizleri yukarı konumlandırdı.
Hanehalkı tünelin ucunda bir ışık beklerken, şirketler için de hem makroekonomik koşullar hem de iş modellerini etkileyecek regülasyonlar stratejik kararları kaygan zemine çekiyor. Bu yapılanma sürecinde özellikle dijital, yeşil ve sürdürülebilir dönüşüm bazı şirketler için içselleştirilerek bir rekabet avantajı yaratma çabasına dönse de, bazıları için çok gri ve ürkütücü.
Şirketlerin birincil amacı ne olabilir?
Bu soruyu tüm eğitimlerimde sorarım ve katılımcıların önemli bir kısmı kar maksimizasyonu der. Halbuki kar (bottom line) tahakkuk esaslı muhasebesel bir rakamdır ve şirketin değerini ifade etmez.
Peki, bu soruya cevap olarak, değer maksimizasyonu kavramını ele alsak ve buna paralel olarak hissedarın refahını arttırmak dersek? Doğru ama hissedar değerini maksimize etmek sadece bilanço yönetmek mi? Robert Edward Freeman, 1984 yılında Paydaş Kuramı’nın altını çizerek, iş etiği kavramını ortaya koymuş ve değer maksimizasyonunun hissedar ile sınırlı kalmadığını vurgulamıştır. Bu teoriye göre bir şirket değer yaratmak istiyorsa, çalışandan kreditöre, devletten topluma kadar çok sayıda iç ve dış paydaşa karşı sorumludur.
Esasen uzun yıllar sosyal sorumluluk projelerinin bir maliyet merkezi olduğunu düşünen çok sayıda firmaya karşın bugün ESG skorlamanın piyasa değerine etkisini incelediğimiz bir döneme kadar uzandık. Yani, Freeman ve öncesinde bu konuya vurgu yapan çok sayıda bilim insanının görüşleri, artık bu tarz skorlamalarla sayısallaşmış bir analitiğe ve zorunlu bir farkındalığa da kavuşmuş oldu.
ESG sadece bir algı yönetimi mi? ESG’yi gözardı eden şirketlerin bilanço ve karlılık göstergeleri memnun etmeyecek. .
Son yıllarda yatırım dünyasının parlayan kavramlarından biri olan ESG (Çevre, sosyal ve yönetişim) skorları şirketlerin sadece finansal performanslarıyla değil, sürdürülebilirlik puanlarıyla da değerlenmesi gerekliliğinin altını çiziyor. Zaten çok sayıda çalışma çevresel, sosyal ve yönetişimsel faktörleri kenara koyan işletmelerin orta ve uzun vadede değerleme sorunu yaşayacağının da altını çiziyor. Belki sadece son birkaç yıldır önemsenen bu göstergeler şirket finansallarına yönelik önemli etkiler barındırıyor. Biraz detaylandırmaya çalışacağım.
AB Yeşil Mutabakatı ile beraber özellikle çevresel risklerin firmaların iş modellerine ve ticaret pazarlarına etkileri ön planda. Örneğin, sınırda karbon düzenlemesi ile vergi ve ceza boyutu önemli bir nakit çıkışı olarak algılanmakta. Dolayısıyla hem şirketler hem de finansal piyasalar çoğunlukla çevresel risklere yönelik uygulamaları ön plana çıkarmakta. Bu koşullar da yeşil dönüşümün önemini kuvvetlendirmekte.
Öte yandan şirketlerde finansal sürdürülebilirlik kapsamında sosyal ve yönetişimsel faktörleri de gözardı edemeyiz. Şirket stratejilerinde gözardı edilmemesi gereken tüm ESG faktörlerin; orta ve uzun vadede şirketlerde hammadde maliyetlerini, işletme giderlerini ve sermaye yatırımlarını arttırıcı etkisini kenara yazmak gerekir. Bu koşullar da mesela stok devir hızında daralma, beklenen karlılık oranlarında gerileme, özkaynak karlılığı, aktif karlılığı, hisse başına kar gibi performans metriklerinde bozulma ve daha yüksek çalışma sermayesi finansmanına ihtiyaç doğuracaktır.
Risk matrisleri ve eylem planları hazırlığı tüm şirketler için acil . . .
Öte yandan bankaların, yatırım fonlarının ve yeni nesil yatırımcılarında artık ESG risklerini fiyatladıklarını biliyoruz. ESG skoru önemli bir gösterge. Tüm bu koşullar hem büyük işletmeler hem de KOBİ’lerin pazar sürdürülebilirliği açısından hızlanmaları gerektiğinin altını çiziyor. Kurum içerisinde risk matrislerinin oluşturulması ve eylem plan hazırlığına başlanması sadece regülasyona tabi sektör ve şirketler için değil, geniş kapsamda sürdürülebilir olmayı amaçlayan tüm firmalar için gerekli.