Stratejik savaşın adı: Jeoekonomi
21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşıyoruz. 2000’li yıllar önemli gelişmelerin gerçekleştiği bir dönem olarak karşımıza çıktı. Dijital dönüşüm, otomasyon, yapay zeka ve yeşil dönüşüm kavramları hayatımıza girdi, tüketim alışkanlıkları değişti, şirketlerin iş modelleri dönüştü.
Tüm bu inovasyonlar sadece ülkelerin gelişmişlik düzeylerini artırmadı aynı zamanda ülkelerarası stratejik ve jeopolitik bir güç aracı olarak da kullanılmaya başlandı. Yazının başlığına da aldığım jeoekonomi kavramı, ekonomik araçların ve üstünlüklerin kullanılarak Devletlerin siyasi gücü ve liderliği elinde tutmak ve rekabet üstünlüğü sağlama çabaları olarak tanımlanır (Luttwak, 1990).
Günümüzde askeri gerilimler çeşitli coğrafyalarda halen sürüyor olsa da, artık hakim olan Devletlerin birbirlerini ekonomi ve ticari politikalarıyla sınırlandırma, taviz vermeye zorlama ya da cezalandırma stratejileri. Bazı Devletler bundan zarar görse de bazıları akıllı hamlelerle bunu orta ve uzun vadeli dönüşüm aracı olarak kullanmaya çalışıyor.
Trump tarifeleri, Çin’in teknolojik yükselişi ve jeoekonomi
Jeoekonominin en net biçimde gözlemlendiği alanların başında teknoloji yatırımları geliyor. Çin’in özellikle son yıllarda yapay zekâ, 5G, yarı iletken üretimi, elektrikli araç yatırımları ve pazar hakimiyeti sadece ABD için değil, çoğu Batılı devlet tarafından da hem ekonomik hem de stratejik bir tehdit olarak algılanıyor. ABD de, Çin’in soluğunu kesebilmek için hem tarifeleri gündeme getiriyor hem de Çin’in üretimi için önemli girdilere ve teknoloji transferine olan erişimini çeşitli düzenlemeler ile kısıtlama yoluna gidiyor. Böylece bir teknoloji ambargosu, jeopolitik dengeleme aracı haline gelmiş oluyor. Çin de boş durmuyor, nadir toprak elementlerinin ihracatını koz olarak kullanıyor. Son koşular bu gerilimin biraz durulduğuna işaret etse de uzun sürmeyeceğini düşünüyorum.
Avrupa enerji hamleleri ile jeoekonomik riskleri yönetmeyi amaçladı
Teknolojinin yanında jeoekonominin belirleyici olduğu bir diğer alan da enerji politikalarıdır. Bu kapsamda, enerji bağımlılığının da stratejik savunmasızlık yarattığı son yıllarda net olarak gözlenmekte. Buna bir örnek şüphesiz enerjide yaklaşık yüzde 58 dışa bağımlı olan Avrupa coğrafyası ki özellikle Rus gazı bir dönem kendileri için en önemli pazardı. 2022 yılında Rusya-Ukrayna savaşı ile beraber AB için de önemli bir enerji riski gündeme gelmiş oldu. Bu savaş ile enerji yalnızca bir arz-talep ya da fiyat meselesi olmaktan çıkarak, dış politikayla iç içe geçmiş, jeopolitik öncelikler çerçevesinde şekillenen bir strateji şeklini almış oldu.
Avrupa akıllı hamleler geliştirdi. AB Komisyonu altında REPowerEU planı ortaya kondu. Bu plan dahilinde dışa ama özellikle Rusya’ya bağımlılık azaltılacaktı. AB vatandaşları ve şirketler için enerji tasarrufu düzenlemeleri getirildi. Temiz enerji koridorlarının kurulması amaçlandı, yeni anlaşmalar yapıldı, geleceği şekillendiren yeşil mutabakat çalışmaları hızlandı. Ayrıca AB coğrafyasında talep edilen gazın tedariki için Nisan 2023’te talep toplama ve ortak satın alma mekanizması AggregateEU başlatıldı. Tüm ülkeler için tek bir çatı altında satın alım yapılması ve uygun bir tedarik zinciri yaratılması amaçlandı.
Türkiye için jeoekonomik rekabet, eğitim ve teknoloji
Ülkemizin jeopolitik konumu çok önemli avantajları barındırırken, küresel olaylar ekonomileri daha kırılgan bir şekle dönüştürüyor. Türkiye’nin küresel rekabet gücünü artırabilmesi ve jeoekonomik gücünü sürdürülebilir kılabilmesi; yüksek teknolojiye dayalı, stratejik öneme sahip ürün ve hizmetlerin üretilmesi ve yüksek katma değerli ihracat modeli kurgulanmasına bağlı.
Bu kapsamda en önemli mekanizma eğitim ve teknolojiye yapılacak nitelikli yatırımdan geçmekte. Devletin hedef odaklı ve kapsayıcı teşvik mekanizmaları ile Girişimcilik, AR-GE ve üniversite-sanayi iş birliği ekosistemlerinin desteklenmesi tek yol gibi. Güçlü bir Türkiye için eğitim ve teknolojiye yatırım artık bir tercih değil, bir zorunluluktur.