İklim krizinde tarımın yönü: Fırsatlar ve tehditler-1

“İklim değişikliği” yerine artık “iklim krizi” deniyor. Hatta “iklim felaketi” haberleri de sıklıkla karşımıza çıkıyor. Ül­ke olarak 2053 yılı için net sıfır karbon he­defimiz var.

Bunun için fosil yakıtlardan vazgeçilmesi, yenilenebilir enerji kullanı­mının ve karbon yutaklarının artırılması gerekiyor. Neredeyse tamamen iklime bağ­lı olan ve bu yüzden açık fabrika olarak ni­telendirilen tarımsal işletmeler giderek ar­tan oranlarda iklim kaynaklı risk ve belir­sizliklerle karşı karşıya geliyor.

İklim değişiminin tarıma en büyük etki­si kuraklık. Kuraklık ise üretimin azalma­sı, üreticilerin ve ülkenin hasıla kaybı, gıda enflasyonu ve gıda güvencesinin tehlikeye girmesi anlamına geliyor.

Zaman zaman meteorolojik kuraklık ile tarımsal kuraklık kavramları karıştırılabi­liyor. Meteorolojik kuraklık, yağışların or­talamanın altında kalması, tarımsal kurak­lık ise bitkinin ihtiyacını karşılayacak ye­terli suyun toprakta bulunmaması durumu.

İklim değişikliği ürün desenini etkiliyor

Birinci derecede sorumluluk Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda olmakla birlikte iklim krizinin en büyük faturası elbette ki Tarım ve Orman Bakanlığı’na çıkıyor.

Bakanlığa bağlı Tarımsal Araştırmalar Genel Müdürlüğü’nde (TAGEM), bu konu­da çok sayıda araştırma yürütülüyor. Bu­günlerde sıkça sorulan soruların başında, yakın gelecekte hangi ürünlerin üretimi­nin hangi bölgelere kayacağı konusu geli­yor. TAGEM, stratejik önemdeki limon, in­cir, ceviz, fındık, kayısı, kiraz, muz, pamuk, portakal ve zeytin için 2050 yılını baz ala­rak yeni yetişme alanlarını haritalamış.

Genel olarak üretim sahaları güneyden kuzeye ve sahilden iç kesimlere doğru kayı­yor. TAGEM, tahıl, baklagiller ve endüstri bitkilerinde yeni üretim alanları konusun­da da çalışmalar yapıyor.

Limon, portakal, mandarin, zeytin ve hurma gibi subtropik iklim meyvelerinin üretimi kuzeye doğru kayarken tropik mey­veler onların yerini alabilecek. Kahve üre­timi belki de Yemen veya Brezilya’dan ül­kemize kayacak. Ülke olarak dünyada sayılı muz üreticilerinden olabiliriz.

Bunun anlamı şu: İklim değişimi, fırsat­lar ve tehditleri beraberinde getiriyor. Teh­ditleri bertaraf etmek ve yeni fırsatları de­ğerlendirebilmek için artık sözleşmeli üre­tim, gıda kaybının ve israfının azaltılması, eğitim ve yayım, dijital tarım, kırsal kalkın­ma ve gençlik, lisanslı depoculuk, etkin ta­rımsal pazarlama sistemi, yeşil ekonomi ve nihayetinde kaynak kullanım ekonomisi daha fazla önem kazanıyor. Bunların başa­rısı ise yeni uygulamaya konulan tarımsal üretim planlamasından geçiyor. Öncelikle unutulmamalıdır ki en güçlüler değil, uyum sağlayabilenler ayakta kalacak. İklim deği­şiminin önlenmesinde fertlerin hatta ülke­lerin etkileri yok denecek kadar az. İklim değişimini kabullenip onunla gelen değişi­me ayak uydurabilenler bu süreçten en az zararla, belki de güçlenerek çıkacaklardır.

Ülkemiz daha fazla etkileniyor

Atmosfer Fiziği ve İklim Bilimi Profesö­rü Hristos Zerefos’a göre, Akdeniz’in kapa­lı bir deniz olması, okyanuslara göre daha az soğuk suyla karışmasına ve bu nedenle küresel ısınmadan daha çok etkilenmesi­ne neden oluyor. Zerefos’a göre son 120 yıl­da Akdeniz’de ortalama sıcaklık 2,5-3 dere­ce artmış durumda. Uzmanlar, ülkemizin uzun sahillerinden dolayı küresel ısınma­yı daha fazla hissettiğini belirtiyor. Ülke­mizin güney sahilleri ise en çok etkilenen alanlar. Çukurova Bölgesi, özellikle bu yıl tarımsal üretimde sulama problemleri ile son 40 yılın en ağır zirai donu ile anılıyor.

Yeraltı suyunun aşırı kullanımı, tarımın da ötesinde coğrafi açıdan sorunlara yol açabiliyor. Örneğin Konya’da azalan yeraltı suyuna ulaşabilmek için kuyular daha deri­ne inerken 2 bin 500’den fazla obruk oluş­muş durumda.

Not: Sonraki yazıda devam edeceğiz.

Yazara Ait Diğer Yazılar