İmkansız üçleme ile bitmeyen sınavımız
1962'de John Marcus Fleming ve 1960-1963 yılları arasında Robert Alexander Mundell tarafından farklı makalelerde bağımsız olarak geliştirilen bu kavram, bir merkez bankasının izleyebileceği olası yolları ele alır.
Basit olarak özetlemek gerekirse, sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide ya faizi ya da kuru kontrol edebilirsiniz. İkisini de bir arada kontrol edeyim derseniz başarısız olursunuz ya da sermaye kontrollerini devreye almak durumunda kalırsınız.
Dolar kurunun olması gerektiği yer ve uzun süreden beri yüksek seviyelerde kalan faizler genel olarak herkes tarafından eleştiriliyor. Dolar ya da döviz bazında pahalı bir ülke haline gelmemiz reel sektör tarafından daha hızlı giden bir kur ya da kendilerine uygulanacak farklı bir kur isteği ile karşılanıyor. Zira üretim maliyetlerinin ile TL bazında yüksek enflasyon kadar artması kurun yavaş gittiği yerde bizi global rekabetten giderek uzaklaştırıyor.
Burada şüphesiz düşük teknoloji gerektiren ve talebin fiyat elastikiyetinin çok yüksek olduğu sektörleri bırakmamız gerektiğini dile getiren bir güruh var. Artık Türkiye’nin başta savunma sanayi olmak üzere daha yüksek teknoloji gerektiren sektörlere yoğunlaşması gerektiği dile getiriliyor.
Ancak burada ekonominin ulaştığı büyüklük itibariyle artık birkaç miyar dolarlık projelerin yeterli ölçeği yakalayamadığını da söylemek gerekiyor. 1.5 trilyon dolarlık bir ekonomide şu ana kadar %10-%15 katkı sağlayan bir bölümü başka bir şeyle ikame edecekseniz, benzer bir işgücü gerektiren büyüklük gerekiyor. Aksi takdirde zaten çalışma potansiyeli olan iki kişiden ancak birinin iş hayatında olduğu denklem daha da dengesiz bir hal alır.
Yeniden kur ve faiz dengesine dönecek olursak, dolar kurunun açıklanan resmi enflasyonun altında artması, önümüzdeki dönemde de yukarıdaki döngünün süreceği anlamına geliyor. Dolar kurunun çok düşük bir volatilite içinde kalması TCMB tarafından sadece olağanüstü fiyat hareketlerine müdahale edildiği olarak açıklanıyor ancak bu sefer de küresel piyasalardan ya da bize paralel hareket etmesi beklenen diğer gelişen ülkelerden uzaklaşıyoruz. Zaten yabancı yatırımcının Hazine ya da diğer kurumlar tarafından ihraç edilen eurotahvillere çok yoğun talep göstermesi ama TL varlıklara ilgisiz kalması da kendi içinde çok şey anlatıyor.
2026 boyunca ana senaryo faizlerin kademeli olarak aşağı gelmesi, dolar kurunun ise %16 olarak deklare edilen ara enflasyon hedefinin altında yükseliş sergilemesi. İkisinin bir arada olabilmesi için büyük bir verimlilik artışı ya da kuvvetli bir dış sermaye girişi gerekiyor, kapasite kullanım oranlarının %80’in altında kaldığı ve tüm gelişen piyasaların ralli yaptığı bir yılı, dolar bazında ekside seyreden hisse senetleri endeksi ve ekonominin %1’inden aşağıda doğrudan yabancı yatırım ile götüren bir yerde sizce bu ne kadar mümkün diyerek herkese iyi haftasonları diliyorum.