Kişisel verilerim bana özel… Peki ya öyle değilse?

Dijital çağın en değerli kaynağı artık pet­rol ya da altın değil, hepimizin durmak­sızın ürettiği veriler. Attığımız her adım, yaptığımız alışveriş, izlediğimiz bir video ya da sosyal medyada bir dokunuş ile bıraktığı­mız küçük bir iz. Bu izler, devasa bir veri eko­nomisinin ham maddesi… Bu noktada kritik bir soru karşımıza çıkıyor: Bu verilerin ger­çek sahibi kim? Biz mi, onları işleyen şirket­ler mi, yoksa bu verilerden kazanç sağlayan görünmez aktörler mi? Bu sorunun ceva­bı aslında hayatımızın her alanını kapsıyor. Akıllı telefonlarımızın konum takibinden çevrim içi alışverişlerimize, sağlık uygula­malarından bankacılık işlemlerimize haya­tımızın her alanında sürekli veri üretiyoruz ve dijital iz bırakıyoruz. O izler ise geleceğin yapay zeka modellerini besleyen ve tüketim alışkanlıklarımız etkileyebilecek güce sahip devasa bir kaynağa dönüşüyor. Kısacası diji­tal mahremiyet artık sadece kişisel bir mese­le değil, aynı zamanda ekonomik ve toplum­sal bir güvenlik konusu.

Blok zincir teknolojisi bu noktada farklı bir bakış açısı sunuyor. Dağıtık yapısıyla ve­rileri merkezi otoritelerden çıkarıp, şeffaf ve değiştirilemez şekilde saklıyor. Bu saye­de güven artıyor, aracılar azalıyor, işlemler hızlanıyor. Ancak bu şeffaflığın yanında yeni bir tartışma kapısı açılıyor: Mahremiyet na­sıl korunacak? Zincir herkese açıksa, bireyin kişisel bilgileri nasıl güvende kalacak?

Bugün hepimiz büyük ikilemdeyiz. Daha güvenli ve hızlı hizmetler için verilerimizi paylaşmak zorunda kalabiliyoruz, fakat ay­nı anda “Benim bilgilerim ne kadar korunu­yor?” kaygısı taşıyoruz. Avrupa’da GDPR, Türkiye’de KVKK gibi düzenlemeler veri­lerin nasıl toplanacağı ve işleneceğine dair çerçeveyi belirliyor. Fakat asıl mesele, yal­nızca yasal sınırları çizmek değil, teknolojiyi de mahremiyetin hizmetine sunmak. Düzen­leyici çerçeveler yol haritasını belirlerken, teknolojik çözümler bireyin verisi üzerinde gerçekten söz sahibi olmasını sağlayabilir.

Çözüm sunan teknoloji

İşte bu noktada sıfır bilgi ispatları (Zero Knowledge Proofs) öne çıkıyor. Bir kullanı­cının kimliğini ortaya koymadan, sadece be­lirli bir koşulu sağladığını kanıtlamasına im­kan veriyor. Yani “kim olduğumuzu” açık­lamadan “yetkinliğimizi” gösterebiliyoruz. Çok taraflı hesaplama (MPC) ya da eşik imza gibi teknolojiler de kullanıcıların özel anah­tarlarını tek bir noktaya bağımlı olmadan koruyor. Böylece güvenlik güçleniyor, mah­remiyet bozulmadan işlemler sürdürülebili­yor. Elbette işin bireysel boyutu da var. Diji­tal mahremiyet yalnızca kurumların sorum­luluğu değil, aynı zamanda kullanıcıların da bilinciyle korunabilir. Güçlü şifreler kullan­mak, donanım cüzdanları tercih etmek, sos­yal mühendislik saldırılarına karşı dikkatli olmak, basit gibi görünen ama büyük fark ya­ratan adımlar. Çünkü blok zincirinin doğası gereği, zincire yazılan hiçbir veri silinmez. Bugün paylaştığımız küçük bir bilgi, yarın devasa veri modellerinde davranışlarımızı öngörmek için kullanılabilir.

Küresel tartışma ve alternatif model

Dünya genelinde teknoloji devlerinin veri­yi nasıl işlediği, son yıllarda ciddi tartışma­lara yol açtı. Büyük sosyal medya şirketleri kullanıcı verilerini ticari modele dönüştü­rürken, kamuoyunda “benim bilgilerim üze­rinden kim değer üretiyor?” sorusu yükseldi. İşte blockchain, bu soruya cevap olabilecek alternatif bir yaklaşım sunarak veriyi bire­yin kontrolüne veriyor, paylaşımı isteğe ve sınırlara bağlıyor. Bu model yalnızca birey­sel mahremiyeti korumakla kalmıyor, aynı zamanda dijital ekonomide daha adil bir de­ğer dağılımının da kapısını aralıyor.

Verinin sahibi kim olacak?

Dijital mahremiyet yalnızca teknik bir mesele değil, aynı zamanda toplumsal bir değer. Çözüm, verileri tamamen kapatmak ya da tamamen açmakta değil. Asıl mese­le, gerektiği kadarını, doğru zamanda, doğ­ru kişiye gösterebilmekte. Blok zinciri, bu dengeyi kurmak için elimizdeki en güçlü araçlardan biri. Mesele, bu aracı nasıl tasar­layacağımız ve nasıl yöneteceğimiz. Eğer Geleceğin dijital ekonomisinde güçlü ola­bilmek için verinin sahibini yeniden tanım­lamamız ve mahremiyeti merkeze alan bir vizyon geliştirmemiz gerekiyor.

Yazara Ait Diğer Yazılar