“Mikemmel insan” manzaraları

İlk Türk operası Özsoy Operası’nın bestelenme sürecini ve Türkiye Cumhuriyeti’nin 1930’lu yıllarda­ki sanat politikasını konu alan “Bir Cumhuriyet Şarkısı” filmini gecik­meli de olsa izledim. Başrol karakte­rini canlandıran Salih Bademci’nin mükemmel performansıyla öne çık­tığı filmin bir yerinde “Atatürk, te­reddüt ve mazereti asla kabul etmez” cümlesi bence en önemli film replik­lerinden biri olarak literatürümüze girmeli…

Yaz tatilini geçirmek üzere geldiğim güzel ülkemde insanların sürekli “ma­zeret bulma” ve “sorumluluğu hep baş­kasında arama” manzaraları ile kar­şılaştım, Cumhuriyet’in kuruluşunun üzerinden yüz yıl geçse de.

Tatil bölgelerimizden birinde akşam yemeğinde kızarmış ekmek bekledim çok uzun bir süre. Kızartılmış ekmek beklediğimi hatırlattığımda, ekme­ği getirmeyi unutan garson, ekmek kı­zartmanın zaman aldığını söyledi.

Bir saat sonra balıklarımızı beklediğimi­zi hatırlattığımda ise “balıkları atma­mızı söylemeliydiniz” diye suçlu ben­din elbette ilk kez gittiğim mekânda “balıkları atmalarını bilmemem” be­nim hatamdı! Otele döndüğümde “kli­ma kumandasının kırık olduğunu” söy­ledim otel sorumlusuna, sorumlu ise “müşteriler alıp yanında götürüyor­lar daha birçok şey gibi kumandaları da” demekle yetindi. Yeni kumandayı kendilerinin temin etmeleri gerektiği sorumluluğunu almadan üzerine.

Bizler çocuklarımızı yetiştirirken “çocuk-sehpa paradoksu” ile karşı kar­şıya geliriz. Yeni yeni yürümeyi öğre­nen çocuğumuz gidip sehpaya çarp­tığında, sorumlu olarak çocuğumuzu değil sehpayı görürüz. Bıraksan bin yıl yerinden kıpırdayamayacak olan seh­paya “pis masa çocuğumuzu acıttı” ile teselli ederiz dünyanın en “mikemmel” çocuğunu.

“Vizesiz Avrupa” üzerinden 10 Haziran geçti

Avrupa Birliği ile Türkiye ilişkilerin­de de aynı paradoksu yaşıyoruz onlarca yıldır. Başta “Kopenhag Kriterleri” ol­mak üzere AB’ye üye olmanın şartları bellidir. Çok geniş anlamda, AB üyeliği için gereken şartları yerine getirmeyen biz olmamıza rağmen “AB bizi almıyor” mazeretine sığınıyoruz hep.

Mart 2016 tarihinde “Türk vatandaş­ları en geç haziran sonunda Avrupa’ya vizesiz seyahat edebilecek” açıklaması yapan dönemin Başbakanı Ahmet Da­vutoğlu’nun “Vizesiz Avrupa” sözleri­nin üzerinden 10 haziran geçti.

“Vize serbestisi” için gereken 72 kri­terin 66’sını yerine getirdik, 6 kriteri hala ise yerine getir(e)medik ülke ola­rak. Türkiye’nin Schengen Alanı’na vi­zesiz seyahat için AB ile başlattığı diya­log 2013’ten beri devam ediyor. Kalan 6 kriter arasında, yolsuzlukla mücadele stratejisi ortaya koyulması, AB ülke­leri ile adli iş birliği, Europol ile ope­rasyonel iş birliği anlaşması, geri ka­bul anlaşmasının uygulanması, terör­le mücadele kanununu revizyonu gibi maddeler ve terörle mücadele kanu­nunda terör tanımının fikir ve ifade özgürlüğünü zedelemeyecek şekilde tanımlanmasını gerekiyor.

“Vizeye 775 milyon euro ödedik” başlıklı iki hafta önceki gazete man­şetimizden hemen sonra yine çok sayı­da “Vizesiz Avrupa yakında” haberleri yapıldı bütün gazetelerde ve haber bül­tenlerinde. Sorumluluğu almamanın, mazerete sığınmanın üzerinden daha çok haziran geçecek hep birlikte yaşa­yıp göreceğiz…

Bakış açısını değiştirmek

Yönetmenliğini Yavuz Turgul’un yaptığı, Cem Yılmaz ve Şener Şen’in başrollerini paylaştıkları “Av Mevsi­mi” filminin final sahnesinde İdris ka­rakterinin “bakış açısını değiştirmek” hareketi ile cinayet çözülür.

“Çocuk-sehpa paradoksu” gibi “Ha­ziran’da Vizesiz Avrupa” sorunsalını aşmak için yapmamız gereken tek şey bakış açımızı değiştirmek oysa. Eğitim hayatımız boyunca, okullarda iyi notla­rı “biz alırız” kötü notu ise “öğretmen verir” hep.

Yıllar önce televizyonlarda izledi­ğimiz “Türk Malı” dizisinde Şafak Se­zer’in canlandırdığı “mikemmel insan” tiplemesi hepimizi çok güldürmüştü. “Mikemmel insan”larda hiç kusur olur mu? Elbette sorumluluk hep başkasın­dadır…

Yazara Ait Diğer Yazılar