Orta Doğu’da kritik bir dönemeç: İran-İsrail savaşı ve ekonomik sarsıntılar

Savaşın ekonomik yansıma­ları – enerji, ticaret ve fi­nansal dengesizlik…

İran ile İsrail arasındaki iliş­kiler, yüzeyde yalnızca güncel güvenlik meselelerinden ibaret gibi görünse de, kökeni 20. yüz­yılın ortalarına uzanan derin ta­rihsel dönüşümleri barındırır. 1948’de İsrail’in kuruluşunu ta­nıyan ilk Müslüman ülkelerden biri olan İran, Şah döneminde Tel Aviv ile diplomatik, ticari ve askeri iş birliği kurmuştur. An­cak bu iş birliği 1979 İran İslam Devrimi ile köklü biçimde kesin­tiye uğradı

1 Hürmüz Boğazı ve küresel enerji güvenliği

İran ile İsrail arasındaki doğ­rudan çatışmalar, dünya enerji güvenliği için tarihî önemde bir tehdit oluşturmaktadır.. İran, Hürmüz Boğazı’nı askeri ola­rak tehdit etmeye başladığında, ham petrol fiyatları birkaç gün içinde %18 artarak 103 doları aştı. Günlük 21 milyon varil pet­rolün geçtiği bu boğaz, küresel petrol arzının yaklaşık %20’sini taşımaktadır.

İran, savaşın başında Hür­müz’deki sivil tanker trafiğini hedef alarak stratejik bir baskı kurmaya çalışmaktadır. Bu tak­tik, özellikle Çin, Japonya, Hin­distan gibi enerji ithalatçısı ül­keleri doğrudan etkilemesi bek­lenmektedir. Suudi Arabistan ve BAE, petrol ihracatını Kızılde­niz güzergâhına kaydırarak ge­çici çözüm üretmeye çalışmak­la birlikte altyapının yetersizli­ği nedeniyle fiyat baskısı devam etmektedir. .

2 İsrail ekonomisi: Savaşın maliyeti ve ekonomik dayanıklılık

İsrail ekonomisi savaşın ilk günlerinden itibaren Tel Aviv Borsası’nda %7’ye yakın değer kaybetti. Sivil hava trafiği ne­redeyse durma noktasına gel­di. 2025’in ikinci çeyreğinde savunma harcamaları %32 ora­nında arttı. İsrail Merkez Ban­kası, döviz rezervlerinden 3.2 milyar dolar kullanarak şekel kurundaki dalgalanmayı sınırla­maya çalıştı.

Ancak İsrail’in güçlü tekno­loji ihracatı (2024’te 55 milyar USD) ve ABD ile olan finansal destek ilişkisi, savaşın ekonomi­ye tam yansımasını frenlemek­tedir. Ayrıca savunma sanayi ih­racatları (Elbit, Rafael, IAI gibi firmalar) bu dönemde daha fazla sipariş almaya başladı.

3 İran ekonomisi: Yaptırımlar, petrol ambargosu ve iç baskı

İran, halihazırda ABD ve AB yaptırımları altındayken sava­şa girmesiyle daha büyük eko­nomik sıkışmaya girecektir. ABD’nin Haziran 2025’te yürür­lüğe koyduğu ek ambargo pake­tiyle İran’ın petrol ihracatı %45 oranında azaldı. Çin dahi bu sü­reçte alımlarını azaltarak Hin­distan ve Rusya’ya yöneldi.

Tahran yönetimi, savaş süre­cini dövize erişimi sınırladığı gibi, temel gıda ürünlerine zam yapılmasını da yasakladı. An­cak resmi enflasyon %52’ye, gayriresmi oran ise %80’e ulaştığı­na yönelik bilgiler gel­mektedir. İran riyali do­lar karşısında 1 ay için­de %35 değer kaybetti. Bu da gıda, ulaşım ve ilaç temininde sorunla­ra yol açtı.

4 Bölgesel tedarik zinciri krizi ve ticaret kanalları

Savaşla birlikte Basra Körfe­zi’nden geçen gemi trafiği %40 oranında düştü. Bu durum özel­likle Orta Doğu’daki ithalata da­yalı ülkelerde enflasyonist bas­kıyı artırdı. Körfez ülkeleri ithal gıdada fiyat artışları yaşarken, Türkiye gibi aktörler alternatif kara ve hava güzergâhlarını dev­reye sokmak zorunda kaldı.

Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan, stratejik stok­larını kullanarak geçici rahat­lama sağlasa da, özellikle Katar gibi doğalgaza dayalı ekonomi­lerde LNG sevkiyatında aksak­lıklar başladı. Avrupa ülkeleri bu gelişmeler karşısında enerji çe­şitlendirmesini hızlandırdı, an­cak kısa vadede doğrudan etki al­tındalar.

Çin ve Hindistan’ın tutumu: Ekonomik nötralizm

Çin, İran ile ekonomik ilişkile­re sahip olmasına karşın, savaş sürecinde “ekonomik nötralizm” uygulamaktadır. Hem İsrail ile teknoloji ilişkilerini sürdürmek­te, hem de İran’dan petrol temi­nini düşük profilli hâle getirmek­tedir. Pekin yönetimi, bu süreçte Orta Doğu’daki Kuşak-Yol yatı­rımlarını yeniden planlamakta­dır.

Hindistan ise İsrail ile savun­ma alanında iş birliği içinde oldu­ğu için doğrudan taraf olmamak­tadır. Ancak enerji tedarikinde oluşan maliyet artışı Hindistan Merkez Bankası’nı rezerv müda­halesine zorlamıştır. Her iki ülke de savaşın uzun vadeli bölgesel istikrarsızlık yaratması beklenir.

Türkiye’nin pozisyonu: Riskler ve fırsatlar

İran–İsrail savaşı Türkiye’yi doğrudan askeri olarak etkileme­se de, enerji maliyetleri ve böl­gesel ticaret güzergâhları üze­rinden ciddi ekonomik baskı ya­ratmaktadır. Türkiye, İran’dan doğrudan doğalgaz ithalatının yaklaşık %15’ini kaybederken, spot piyasalardan temin edilen doğalgazın maliyeti %28 artmış­tır. Bu durum, enerji faturasında sert bir yükselişe neden olabile­cektir.

Mayıs 2025 itibarıyla TÜİK’in açıkladığı yıllık TÜFE enflas­yonu %35,41 olarak gerçekleş­miş; bu oran, bir önceki ay olan Nisan 2025’teki %37,86 düze­yinden düşüş göstermiştir. Ay­lık bazda enflasyon %1,53 olup, enflasyonist baskı özellikle ener­ji ve ulaştırma kalemlerinde yo­ğunlaşmaktadır. Ayrıca 12 aylık ortalamalara göre hesaplanan ki­ra zam tavanı da %45,80 ile rekor düzeye çıkmıştır.

Bununla birlikte, Türkiye sa­vaş ortamının yarattığı bazı ti­cari fırsatları da değerlendirme­ye çalışmaktadır. Körfez ülkeleri ile Avrupa arasında tıkanan ka­ra ve deniz taşımacılığı hatları, Türkiye üzerinden yönlendiril­meye başlanmış; bu da lojistik ve taşımacılık gelirlerinde artışa yol açmıştır. Ayrıca savunma sanayi firmaları –özellikle insansız hava aracı üreticileri– savaşın etkisiy­le yükselen talepten olumlu etki­lenmiştir.

Bununla birlikte döviz kurla­rındaki dalgalanma ve faiz-enf­lasyon sarmalı Türkiye ekono­misini baskılaması beklenebilir. TCMB, politika faizinde artış eği­limini sürdürmek zorunda kalır­ken; bu sıkılaştırma adımları bü­yümeyi sınırlayan bir etki yarata­caktır.19 Hazirandaki TCMB nin faiz kararının gelişmelere paralel değiştirmemesi beklenmektedir. 2025’in ikinci yarısında, Türkiye için öncelikli mesele enflasyonla mücadeleyi sürdürürken bölge­sel risklerden doğan maliyetleri yönetebilmek olacaktır.

Yeni güç dengelemeleri ve diplomatik ekonomi

İran–İsrail savaşı, diplomasi ve ekonomi arasındaki bağın da­ha önce görülmediği kadar be­lirleyici hale geldiği bir dönemi işaret ediyor. Enerji politikası, finansal yaptırımlar, dış ticaret kısıtlamaları ve yatırım akımları; artık klasik diplomasiden çok da­ha güçlü birer araç hâline geldi.

İsrail bu savaşla hem aske­ri hem ekonomik caydırıcılığını pekiştirmeye çalışırken, İran iç ekonomik çöküşe rağmen direnç kapasitesi göstermeye çalışmak­tadır. Ancak uzun vadede, hangi tarafın iç toplumsal yapısı daha dayanıklıysa, ekonomik mücade­leden o galip çıkacaktır.

Ekonomik dengeyi altüst eden yeni bir savaş formu

İran–İsrail savaşı klasik cep­he savaşlarından farklı olarak, ekonomi eksenli hibrit bir mü­cadeleye dönüşmüştür. Hürmüz Boğazı üzerinden petrol akışına yapılabilecek her müdahale, dün­yanın dört bir yanındaki enflas­yon oranlarını etkiler hâle getire­cektir. Eğer süreç uzarsa finansal ambargolar, döviz piyasaları ve enerji tedarik zincirleri, bu sava­şın yeni cephesi olacaktır.

Bu bağlamda, savaşı sona er­dirmekten çok, ekonomik hasarı sınırlamak için yeni türden dip­lomatik yaklaşımlar gereklidir. Türkiye, Çin, AB ve Körfez ülke­leri bu geçiş sürecinin anahtar aktörleri olabilir. Ancak açık olan şudur: İran–İsrail savaşı, artık sadece bir bölgesel değil, küresel ekonomik kriz başlığıdır.

Son söz: “Kaderinizi şans değil , tercihler belirler.” Aristoteles

“Hayat seni hazırlıksız yaka­ladığında karakterin silahındır.” Epiktetos

Yazara Ait Diğer Yazılar