Tahılla kurulan devletler sosyal medya soykırımına uğruyor

Tarım uygar­lığı” anlatı­sı en ala tarih­çilerin bile şüp­he duymadığı “insan toprağı işler, depolar, fazlasını satar, düzen gerekir, devlet ortaya çı­kar” ön kabulü­ne bağlanır. Bu anlatı o kadar yerleşikti ki, en seçkin tarih­çiler bile sorgulama zahme­tine girmedi.

Christopher Opie ve Quentin Atkinson’ın Nature’da yayımlanan ma­kalesi devletin altında farklı dinamiklerin yattığını orta­ya çıkardı. Çalışmanın temel iddiası, “devletleri doğuran şey üretim değil, vergilendi­rilebilir, ölçülebilir, depola­nabilir üretim ve yazı. Tahı­lı devlete dönüştüren şey ise saban değil, defterdi.”

Tarım, devletin nedeni olmaktan çok sonucu

868 kültürün ve 176 top­lumun yazıları üzerine ya­pılan mega analiz, devletle­rin ortaya çıkışıyla tahıl ta­rımı arasındaki çarpıcı bir ilişki ortaya koydu. İnceleme ile “tarım- devlet, tahıl- ver­gi, vergi-yazı arasındaki iliş­kinin evrimine ve zamansal sıralamasına” bakıldı. Ça­lışmaya göre, tarihsel olarak kurulan devletlerin yüzde 84’ü tahıla dayalı tarım sis­temleri üzerine inşa edildi. 868 toplumun yüzde 28’in­de, 66 devletin yüzde 72’sin­de yoğun tarım yapılıyor­du. Araştırmaya göre, devlet varlığı yoğun tarımı teşvik ediyor, tarımı koruyor, stan­dardize ediyor. Ölçüyor, kay­da alıyor zamanla devlet tarı­mı devletleştiriyordu.

Tahılı olmayan devletler küçüktü

Araştırmaya göre, tahıl üretimi olmayan toplumlar­da devlet formunun ortaya çıkması son derece istisnai ve geç. Küçük ölçekli, tropi­kal Afrika ve Atlantik’teki Kongo dil ailesine mensup sadece 16 devlet/toplum ta­hıl dışı üretim yapıyordu.

Modern devlet bir ambar/vergilendirme projesi mi?

Araştırmanın en çarpıcı sonucu, tahıl temelli toplum­ların yüzde 50’sinde, tahıl­sız toplumlarda sadece yüz­de 23’ün de vergi alındığının tespit edilmesi. Hayvancılı­ğın devletleri neden geliştir­mediği konusu da araştırma­nın en önemli tespitlerinden birini ortaya çıkarıyor. “Süt bozulur, et saklanmaz, ama tahıl ambara girer, deftere yazılır, askere, memura, sa­vaşa dönüşürdü.” Bu bakım­dan modern devlet, roman­tik bir “toplum sözleşmesi” değil, bir ambar ve vergi pro­jesiydi.

Yazı kültür için değil tahıl tahsilatı için doğmuş

Mega analize göre, “yazı edebiyat için değil tahsilat için doğdu.” Yazı ve vergi sis­temleri arasındaki ilişkinin sonuçlarına göre, yazı kül­türün değil verginin çıktısı. Vergi alan toplumların yüz­de 40’ında yazı varken, vergi almayanlarda bu oran sade­ce yüzde 9. Mezopotamya’da ilk tabletler “destandan çok şu kadar arpa, şu depoya, şu tarihte” notlarıyla dolu. Çivi yazısı antik zamanların “ex­cel tablosuydu.” Devlet önce saymayı, yazmayı sonra kül­türü öğrendi.

Modern dünyanın ürettiği 3 milyar ton tahıl teorik ola­rak tüm dünya nüfusunu bes­lemeye yetse de 800 milyon­dan fazla insan kronik açlık çekiyor. Küresel tahıl ticare­tinin yaklaşık yüzde 60’ı beş ülkenin kontrolünde. Tahıl artık bir gıda değil, jeopoli­tik bir enstrüman. BM Ge­nel sekreteri Antonio Guter­res’in dikkat çektiği, “gıda­mız var ama bölüşemiyoruz” sözü gerçeğin en güzel kanıtı.

Çin, tahıl ambarlarından veri ambarına geçiyor

Holosen bitse de devletler hala erkleri üzerinde meşru­iyetlerini güçlendiriyor, za­manın ruhuna uygun şekil­de revize ediyor. Çin’in 15. Beş Yıllık Planının mesajı, “bilgi 21. yüzyılın tahılıdır.” Çin, tahılla kurulan devletle­rin mantığını çok iyi biliyor. Tahıl neyse veri odur. Devlet kapasitesi ikisini de ölçebil­diği ölçüde güçtür. Bu yüz­den artık çipi, yapay zekâyı ve veriyi stratejik tahıl ola­rak görüyor. 2024’te Çin’in Ar-Ge harcaması 505 milyar doları geçti. Yarı iletkenler, yapay zekâ, robotik ve 6G. Hepsi modern tahıl ambarla­rı. ABD bilimi kısarken, Çin bilimi bir devlet projesi hali­ne getiriyor.

Biyoaristokrasi şiddeti

Tahıl çağının defterleri di­jitalleşti, ama mantık değiş­medi. Bugün vergilendirilen şey sadece emek ve endüst­riler değil, algı, görünürlük, estetik ve yaşam tarzı. Sosyal medya, modern çağın tahsi­lat mekanizması haline gel­di. Psikolog Hilala Bebek’in deyimiyle “yoksullar, yete­rince doğru beslenemeyen­ler, organik yaşayamayanlar, estetik normlara uymayan­lar, “biyoaristokrasinin” şid­detine maruz kalıyor. Yeni şiddet biçimi, “sosyal medya kaynaklı estetik soykırım.” Elbette “estetik soykırım” biyolojik bir yok etme değil. Ölçülmeyen, görünmezleş­tirilen ve algoritmik estetik normlara uymayanların sis­tematik biçimde dışlandığı, hak, onur ve kamusal varlık­larının aşındırıldığı yapısal bir şiddet biçimini ifade edi­yor. Tahılla kurulan uygarlık, antroposeni algılar üzerin­den elekten geçiriyor, estetik zorbalıkla silkeliyor.

“Doğayla İnsan arasında yeni bir sözleşmeye gerek var”

Velhasıl, tarım hiçbir za­man romantik bir uğraş ol­madı. Artık bilimsel olarak da kanıtlandı, “tarım başından beri vergi, egemenlik ve ikti­darmış.” Bugün defterler kil tablette değil, algoritmalarda tutuluyor. Tahıl üzerinden ku­rulan devlet, şimdi veri üze­rinden yeniden inşa ediliyor. İnsanlık aynı eşiğe tekrar gel­di. Ya ölçülebilir olanla sınırlı bir medeniyete razı olacak ya da görünmeyenin, hesaplana­mayanın ve korunması gere­kenin de değerli olduğunu ka­bul edecek. Belki de Dr. Mehdi Eker’in dediği gibi, “doğayla insan arasında yeni bir sözleş­meye ihtiyaç var.”

Yazara Ait Diğer Yazılar