Türkiye’de enflasyon: Mayıs 2025 verileri ışığında bir değerlendirme
Enflasyon, fiyatlar genel düzeyinin sürekli artması anlamına gelir ve özellikle gelişmekte olan ülkelerde temel bir ekonomik problem olarak öne çıkar.
Türkiye’de enflasyon yalnızca ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda siyasal, toplumsal ve sınıfsal etkileri olan çok boyutlu bir sorundur. Özellikle 2021 sonrası dönemde yüksek enflasyon ortamı, makroekonomik istikrarsızlığın ve kurumsal zafiyetlerin bir sonucu olarak derinleşmiştir.
2025 Haziran verileriyle güncel enflasyon göstergeleri
TÜİK’in 3 Haziran 2025 tarihinde açıkladığı verilere göre:
Mayıs 2025 TÜFE Verileri (TÜİK)
Aylık TÜFE artışı: %1,53
Yıllık TÜFE artışı: %35,41
Yılbaşından bu yana (Ocak– Mayıs) kümülatif artış: %15,09
12 aylık ortalamalara göre artış: %45,80
Çekirdek enflasyon (B göstergesi)
Aylık artış: %2,25
Yıllık artış: %34,81
Ana harcama gruplarında yıllık değişim
Konut: %67,43
Gıda ve alkolsüz içecekler: %32,87
Ulaştırma: %24,59
Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE)
Aylık artış: %2,48
Yıllık artış: %23,13
Bu veriler, Türkiye ekonomisinin 2025 yılında da enflasyon düşüş trendinin devam ettiğini göstermektedir. Özellikle çekirdek enflasyonun TÜFE’nin seviyesinde seyretmesi olumlu değerlendirilebilir. Ancak bura geçen yılın baz etkisinin avantajı da yaşanmıştır. Asıl belirleyici olan Haziran enflasyonu olacaktır. Çünkü 2024 Haziran enflasyon %1,6 olarak gerçekleşmiştir.
Enflasyonun nedenleri: Para politikası ve yapısal sorunlar
a) Para politikası sorunları
2021–2023 döneminde TCMB’nin politika faizini %19’dan %8,5 seviyelerine çekmesi, TL’de sert değer kayıplarına yol açtı.
2024 ortasında yeniden faiz artırım süreci başlamış olsa da, geç kalınmış müdahaleler dezenflasyonist etki yaratmakta yetersiz kalmaktadır.
2025 yılı itibarıyla politika faizi %50 seviyesinde olması reel ekonomide çarkları yavaşlatmakta ancak enflasyonun genel eğilimindeki düşüşü etkilemektedir.
b) Maliye politikası genişlemeci niteliktedir
2024–2025 yıllarında bütçe açığı/GSYH oranı %6,7’ye çıkmıştır.
Kamunun seçim dönemlerinde artan sosyal transfer harcamaları ve af paketleri, talep yönlü enflasyonu beslemektedir. Ayrıca kamunun tasarruf süreçlerinden uzak durması ayrı bir sorundur.
c) Kur geçişkenliği
TL’nin 2021 sonrası ciddi değer kaybı, ithal girdi maliyetlerini yukarı çekmiş ve maliyet enflasyonunu körüklemiştir.
2025 itibarıyla dolar/TL kuru 38,50 seviyelerine ulaşmıştır; bu da enerji, gıda ve sanayi girdilerinde ithalat baskısını artırmaktadır. Ancak 2025 sonu beklentisinde ise bu etkiler pozitif yönlüdür.
Gelir dağılımı ve enflasyon: Sosyal etkiler
Yüksek enflasyonun en sert etkilediği kesim, sabit ve düşük gelirli haneler olmuştur:
Asgari ücret 2025 yılı itibarıyla brüt 22,104 TL’ye ulaşsa da, açlık sınırının 18.600 TL, yoksulluk sınırının 54.000 TL olduğu bir ortamda bu artış yeterli değildir.
TÜRK-İŞ’in Nisan 2025 verilerine göre 4 kişilik bir ailenin sadece gıda harcaması 18.600 TL’dir.
Enflasyon vergi sistemiyle birleşince dolaylı vergilerin yükü artmakta, bu da alt gelir gruplarının reel alım gücünü daha da düşürmektedir.
Enflasyon beklentileri ve piyasa tepkisi
2025 Mayıs ayı itibarıyla TCMB beklenti anketinde yılsonu hane halkı TÜFE tahmini: %43,7
Enflasyonun bu seviyelerde sabitlenmesi, “yapışkan fiyatlar” sorununu gündeme getirmiştir.
Kurumsal firmalar, fiyatlama davranışlarını artık sadece maliyet değil, beklentiye dayalı olarak oluşturmaktadır. Bu da enflasyonun psikolojik bir sarmal haline geldiğini göstermektedir.
Tarihsel perspektif: 1970’lerden günümüze enflasyon dinamikleri
Enflasyon Türkiye’de yapısal bir sorun olarak 1970’lerden bu yana farklı şiddetlerde yaşanmıştır:
1970’ler–1980’ler: Petrol krizleri, dış açık ve kamu açıkları enflasyonu hızlandırmış, 1980 öncesinde çift haneli oranlar kalıcı hâle gelmiştir.
1990’lar: Yüksek kamu borcu, popülist harcamalar ve döviz kuru istikrarsızlığı nedeniyle enflasyon 1994’te %125, 2001 krizinde ise %68 olarak gerçekleşmiştir.
2002–2016: IMF destekli istikrar politikaları ile enflasyon tek haneli oranlara inmiş; 2004’te %9,3’e kadar gerilemiştir.
2018 sonrası: Kur krizleri, siyasi müdahale ve düşük faiz-yüksek enflasyon paradoksu nedeniyle yeniden çift haneli ve kronik enflasyon süreci başlamıştır.
2021 sonrası politika tercihleri ve kurumsal zayıflamalar enflasyonu yeniden sistemik hâle getirmiştir.
Enflasyonun siyasi yansımaları ve ekonomik güven
Yüksek enflasyon sadece ekonomik bir zorluk değil, aynı zamanda siyasal istikrarsızlığın da habercisidir. Enflasyonun siyasi sonuçları:
Seçmen davranışında değişiklik: Alım gücündeki düşüş, iktidara olan güveni sarsmakta ve alternatif arayışları hızlandırmaktadır.
Kurumlara güven sorunu: TÜİK verilerine olan güvenin toplumda ciddi şekilde sarsılması, alternatif veri kaynaklarının (ENAG, akademik kurumlar) artmasına neden olmuştur.
Sosyal kutuplaşma: Gelir grupları arasında alım gücü farkı, sınıfsal ayrımları daha görünür hâle getirmektedir.
Enflasyonla mücadelede yetersiz politikalar
a) TCMB’nin geç müdahaleleri
2021–2023 döneminde enflasyon yükselirken TCMB’nin faiz indirimine gitmesi, “negatif reel faiz” ortamını kronik hâle getirdi.
2024’te faiz artışı yapılsa da güven inşa edilmeden yapılan artışlar, fiyatlama davranışlarını kalıcı olarak değiştiremedi.
Politika tutarlılığı eksikliği, siyasi gelişmeler öngörülebilirliği zedeledi.
b) Maliye politikasında disiplinsizlik
Bütçedeki cari transferler ve sübvansiyonlar (örneğin doğal gaz desteği) enflasyonla mücadeleyi zorlaştırmaktadır.
2024 seçim yılı boyunca artan kamu harcamaları bütçe açığını büyütmüş, bu da dolaylı yoldan talep kaynaklı enflasyonu beslemiştir.
c) Kurumsal zafiyetler
TCMB bağımsızlığının belli ölçüde sağlanmış olsa da tüm kuşkuların ortadan kalkmaması, beklenti yönetimini sorunlu hâle getirmiştir.
Enflasyon hedeflemesi yalnızca söylemde kalmış, uygulamada “örtük kur hedeflemesi” ile çelişmiştir.
Öneriler: Enflasyonla mücadelede alternatif politika seti
1-Güven inşa eden bağımsız para politikası: Faiz kararları siyasi etki alanından çıkarılmalı ve iletişim stratejileri netleştirilmelidir.
2-Güçlü mali disiplin: Kamu harcamaları gözden geçirilmeli, verimsiz sübvansiyonlar kaldırılmalı, doğrudan gelir desteklerine geçilmelidir.
3-Rekabetçi kur politikası: Kur seviyesi rekabetçiliği korurken, dalgalanmanın minimize edilmesi hedeflenmelidir.
4-Veri şeffaflığı ve kurumsal güven: TÜİK gibi kurumlar üzerindeki tartışmalar bilimsel şeffaflıkla aşılmalı, bağımsız denetim mekanizmaları kurulmalıdır.
5- Yapısal reformlar: Tarımda kooperatifleşme, lojistik zincir iyileştirmeleri ve enerji arz çeşitlendirmesi ile maliyet kaynaklı enflasyon azaltılabilir.
Geçici değil, kalıcı çözümler
2025 verileri, Türkiye’de enflasyonun artık sadece geçici arz şoklarından değil, sistematik yapı bozukluklarından kaynaklandığını göstermektedir. Yüksek enflasyon, halkın refahını aşındırdığı gibi, ülkenin uzun vadeli yatırım ortamını da tahrip etmektedir. Göstermelik önlemler yerine kurumsal reformlara dayalı, bütüncül ve tutarlı politikalar geliştirilmedikçe Türkiye’nin düşük enflasyonlu ortama dönmesi mümkün görünmemektedir.
Son sözler: “Uzun yaşamak , kaderin meselesidir. Dolu bir yaşam sürmek ise ruhunla, yani seninle ilgilidir.” Seneca
“Kötülerin iyi oyun oynadığı bir dünyada değişmeyen şey;iyilerin insani deli eden sabrıdır.” Sadi Şirazi